Quantcast
Channel: Futbol ezilen halkların mutluluğudur
Viewing all 99 articles
Browse latest View live

Ziyaretçiniz var!

$
0
0


Alttaki isimleri dikkatlice oku.

Adnan Polat,
Fatih Terim,
Arda Turan,
Aziz Yıldırım,
Rıdvan Dilmen,
Abdullah Kiğılı,
Nihat Özdemir,
Fikret Orman,
Ercan Saatçi,
Haluk Ulusoy,
Hakan Şükür,
Emre Belözoğlu,
Abdürrahim Albayrak,
Ali Dürüst,
Yılmaz Vural,
Ersun Yanal,
Hıncal Uluç,
Yıldırım Demirören,
Mustafa Denizli,
Faik Gürses,
Ömer Üründül,
Elazığspor Başkanı...

Ben isimleri yazmadım ama Mustafa Koç'tan Ferit Şahenk'e kadar geniş yelpazede işadamları da ziyarete gitti. İş dünyasının da en sevilen isimlerinden olduğunu buradan anlıyoruz. Tabii Hikmet Çetin'den Hakan Tartan'a Akp'li CHP'li, MHP'li siyasetçileri de unutmamak gerekir ama konu futbol dünyası olduğu için konunun bu noktasına girmeyeceğim.

Şu üstteki isimleri herhangi bir biçimde yan yana getirebilecek kaç kişi vardır acaba? Ama işte güzide ülkemiz Türkiye'mizde Mehmet Ağar diye bir gerçek var. Herkes ona gidiyor, cevaevinde kendisini bir başına hissetmemesi için 'çorbada benim de tuzum olsun' diye herkes ona koşuyor.

Fatih Terim ziyarete gidince Fenerbahçeliler, Beşiktaşlılar "Biz zaten Galatasaray'ın 96'-00' arasında nasıl 4 kez üst üste şampiyon olduğunu biliyoruz. Fatih Terim diyet ödüyor" ziyareti eleştiriyor.

Aziz Yıldırım gidince, bu kez Galatasaraylılar, "Fatih Terim gidince yeri göğü inlettiniz, hadi konuşsanıza" diye rövanşı alma çabasına giriyor.

Fikret Orman'a gidince, sıra Fenerbahçe'liler ve Galatasaray'lılara geliyor, ziyareti alabildiğine eleştiririp, üste çıkmaya çalışıyor.

Futbol tutkalı gibi herif. Bir odaya atsan, birbirini gırtlaklayacak adamların hepsinin ortak kümesi gibi Mehmet Ağar. Kendisi, bir nevi futbolun birleştirici unsuru. Mübarek, siyasetçi değil Türkiye'de futbolun mucidi. Cezaevinden çıktıktan sonra Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olsa, bırak 2014 Dünya Kupası'na katılmayı, Mehmet Ağar'ın sayesinde kupayı bile kazanır bu ülke.

Bu ülkede şike var değil mi?
Bu ülkede bahis çetesi var değil mi?
Şike sahaya yansımıyor değil mi?

Bir zahmet, yazının ana fikrini de sen çıkart. Direkt söyleyince suç unsuru oluyor, mahkemeyle uğraştırma beni. Çıkartamıyorsan öküzün önde gideni, sığırın bayrak taşıyanısındır.

Hepimiz bok dolu bir havuzda yüzüyoruz. Ağzımız, yüzümüz bok dolmuş. Sen bana "Ahahahaha ağzımı kapattım, ağzımı kapattım" diye gülüyorsun, ben sana "Ben en azından ağzımda bok olduğunun farkındayım, sen onun bile farkında olamayacak kadar aptalsın" diyorum.

He canım benim, sen temizsin ben kirliyim, ben temizim sen kirlisin, biz temiziz onlar kirli, onlar temiz biz kirli...

Cezaevini futbol dünyasının Kâbe'si haline getiren herkes sütten çıkmış ak kaşık. Hadi canım benim, sen şimdi uyu fakat kıçını her seferinde açık bıraktığın için sürekli rüya görüyorsun, mevsim kış üstüne battaniye ört.

Kurum içi dengeler bozulmaz mı yavşak

$
0
0


Fenerbahçe eski yöneticisi Hulusi Belgü:İki futbolcunun da (Hagi ve Popescu) Fenerbahçe'ye gelmesini çok istedim. 15 gün sonra Hagi ve Popescu, birer milyon dolar karşılığında Fenerbahçe'ye gelmeyi kabul ettiler. Aziz Yıldırım'ı çoğu zaman eleştirdim ama o gün bir fair-play örneğine imza attı. Fenerbahçe'ye gelmeye hazır olan Hagi ve Popescu'yu 'Galatasaray zor durumdayken almak doğru değil' diyerek almadı. Aziz Yıldırım onay verseydi, 1998 yılında Hagi ve Popescu birer milyon dolar karşılığında Fenerbahçe'ye transfer olacaklardı.

Fenerbahçe yöneticisi Deniz Tolga Aytöre: Fenerbahçe isteseydi Didier Drogba'yı alırdı. Neden alamasın. Fenerbahçe'nin gücünü bütçesi gösterir.

Fenerbahçe Asbaşkanı Ali Yıldırım: Hoca ile yönetim arasında herhangi bir problem yok. Fenerbahçe isterse Hamit'i alır. Transferin gerçekleşmesi halinde borsaya bildireceğiz.

Ömer Temelli: Biz tamam desek Hamit transferi bitmişti.

Aykut Kocaman isteseydi, Fenerbahçe Sneijder'i alırdı.

Bu sezon böyle bir modamız var "Fenerbahçe isteseydi alırdı" diye. Galatasaray kimi istiyorsa, kime imza attırıyorsa, aslında Fenerbahçe'nin istemediği artık mal muamelesi yapılıyor. Ne söylemek gerekir açıkçası bilmiyorum çünkü şu açıklamaların hakikaten boku çıktı.

'Çılgın aşık'
gibi götverenler. Tipler olur ya, bir kıza yanık olurlar. Lise çıkışına giderler, kollarına kızın baş harfini filan kazıtırlar. Kızın haberi bile yoktur aslında böyle birinin varlığından ama bunlar arkadaşlarına "Oğlumm var ya, kızla bugün fena bakıştık" diye hava basarlar. Oysa, kızın soluduğu hava ile bu malın soluduğu hava birbirine karışmamıştır. Arkadaşları "Hadi lan konuş işte" diye bunu gazlar, bizimkisi "Ya konuşacağım da götü kalkar şimdi. Çok istiyorsa, gelsin o konuşsun" diye sıralı otogaz havası basar.

Hah, işte bu "İsteseydik alırdık" diyen gerizekalılar, bizim mal oğlanın liseye gitmeyen, şirket sahibi olan hali.

İşin bir de, medya boyutu var. Galatasaray kimi transfer etse, takım içindeki dengeleri bozar mutlaka. Lan amına koyayım, gelen adamlardan biri Sneijder, diğeri Drogba. Asgari ücret mi alacak bu herifler? Herhalde, diğerlerinden fazla alacak. Bu "Takım içi dengeleri bozar" diyen yavşak yani Rıdvan, NTV'den yıllık 1.6 milyon dolar alıyor. Embesil herif, televizyonda haftanın 3 günü konuşup, 1.6 milyon dolar alıyorsun, günde maksimum 6 saat oradasın. Seninle aynı kurumda 10-12 saat çalışıp 2 bin TL alan adam kaynıyor. Senin aldığın maaş kurum içi dengeleri bozmuyor da, Drogba'nın, Sneijder'on aldığı para takım içi dengeleri bozacak!

Gönül ister, eşit işe eşit ücret olsun, herkes emeğinin karşılığını doğru düzgün kazansın ama Hayat böyle, kabul edelim ya da etmeyelim, birileri, birilerinden daha fazla kazanıyor.

Şu iki transferi Fenerbahçe yapsaydı, açık ve net söylüyorum imrenirdim ama bugün televizyonlar, gazetelerde bok atmak için ellerinden geleni yapanlar, Aziz Yıldırım'ın taşaklarını yalıyordu, bu iki adama imza attırdığı için. Anelka, Alex, Ortega, Roberto Carlos transfer olduğu zaman bunlar "büyük transfer hamleleri", Galatasaray Sneijder'a, Drogba'ya imza attırdığı zaman "soru işareti", "takım içi dengeleri bozar", "Drogba yaşlı", "Sneijder sakat" vs. vs.

Komik olan şey, Drogba'nın, Sneijder'in aldığı paralar üstünden eleştirilmeye kalkışılması. Herif sorsan Hasan Ali'yi, Meireles'i, Mehmet Topal'ı, Sow'u kaça aldın, bu adamlara ne kadar veriyorsun diye, öyle mal gibi kalır ama Hıncalvari bir tavırla karşında kimse olmadan atıp tutuyor. "Drogba, Çin'deki performansını geçmeliymiş!" Peh, peh, peh. Şu lafı duyan, çılgınca bir biçimde Çin ligi izlediğini sanacak. Lan, herifin ne yaptığını biliyor musun? Hangi maçını izledin de, performansının üstüne çıkması gerektiğini biliyorsun.

Çok açık ve net söylüyorum, çünkü yakından biliyorum, Rıdvan Dilmen'e Bundesliga'dan "8 takım say" desen, 6'nın üstüne çıkarsa alnıma "Ben yavşağım" diye dövme yaptıracağım. "Chelsea'den, Manchester United'dan 7'şer futbolcu söyler misin?" diye sor, 5'in üstüne çıkarsa enseme "Hem yavşağım hem de götün önde gideniyim" diye dövme yaptıracağım.

Bu ülkede yılda 1.6 milyon doları, bir bok bilmeden de kazanabiliyorsun. Kazandığın paraya bakmadan, Drogba'nın ve Sneijder'ın aldığı para üstünden "takım içi denge" edebiyatı yapıyorsun. Bir siktir git hakikaten. Hayal bile edemeyeceğin başarıları kazanmış adamlar, bırak da, liseli çocuk yorumu yaparak senin televizyonda aldığın paranın iki katını kazansın. Onların aldığı paralar gayet mantıklı da, senin aldığın parayı izah edebilecek bir durum yok. Güzelim medyamız böyle, yerleştirme adamlarla kaynıyor. Aziz Yıldırım'ın talimatıyla kendi kurumuna küfür eden adamlar, bugün köşe yazıları yazıyor. Tabii yine talimatla.

Neyse yazının başından kopmadan bitirelim. Fenerbahçe babayı alsın.

Yavuz Semerci; bir tetikçi portresi

$
0
0
Elbette bu ülkenin insanlarının haber alma özgürlüğü her şeye, herkese ve her kuruma rağmen olmalıdır. Bunun aksini savunmak fikri bile düşünülemez olmalı. Bu fikri hepimiz en güçlü biçimde dile getirmeliyiz. Ancak medyada, Galatasaray aleyhindeki haberlere bakınca sanki bir el düğmeye bastı ve harekete geçmiş gibi.

Birkaç akşam önce Habertürk yazarı (Gazeteport'un sahibi) Yavuz Semerci, Beyaz TV'de Galatasaray'ın borsada manipülasyon yaptığını ve yatırımcılarını dolandırdığını dile getirdi. Bu iddiaları ilk kez söylemiyor, daha önce de köşesinde sık sık yazdı ve konu etti. Kale boşken gol atmak kolay geliyor olmalı ki, Sedat Doğan'ın yayına çıktığı akşam Yavuz Semerci canlı yayına bağlanma zahmetine katılmadı bile. Oysa iddiaları yenilir yutulur cinsten değildi.

Medyada olunca pek çok insanla tanışıyorsun, hatta birlikte çalışıyorsun. Benim de medya maceralarımın bir köşesinde Gazeteport yer aldı. O yüzden yazdıklarımı Yavuz Semerci'yi gerçekten iyi tanıyan birinin kaleminden döküldüğünü bilin diye söylüyorum.

Gazeteport, Türkiye'de kuruluş fikri açısından cidden başarılı ve doğru bir hamleydi. Gazeteciliğin ve televizyonculuğun internet mecrasına doğru yöneldiğini de göze alarak, NTV'den ayrılıp, Gazeteport'a geçtim. O güne dek, Yavuz Semerci hakkında en ufak bir fikrim yoktu, zaman içinde tanıdım. Anlatacaklarım şu açıdan önemli olacak; Yavuz Semerci'nin hayata bakışı, gazetecilik anlayışı.

Gazeteport yaklaşık 50 kişilik bir kadroyla yola koyuldu. Verilen maaşlar, medyanın epey üstündeydi. İnsan haliyle "bu değirmenin suyu nereden geliyor?" diye merak ediyor. Çünkü o dönem, Türkiye'nin en çok okunan internet portallarında ne insanlara oradaki maaş veriliyor, ne de o kadar sayıda insan çalışıyor. Ben sorup soruşturmaya başlayınca, kuruluş için gereken paranın Avrupa Birliği Fonu'ndan alındığını söylediler. Ama o imkan dahilinde değil böylesi yüklü bir para almaları. Fon'dan alınacak para en fazla 500 bin Euro'dur. Oysa anlaşmaların, harcamaların, maaşların karşılığı 500 bin Euro'nun çok fazla üstündeydi.

İnsan merak ettikçe ediyor ve o merak en nihayetinde sizi doğruya götürüyor. Haaa bu arada hemen dipnot olarak belirteyim, özellikle ekonomi haberciliğinde saldırgan bir yol izleniyor. Benim kıllanmamın nedenlerinden biri de buydu. Gel zaman, git zaman 'Bağımsız gazetecilik'şiarıyla yola çıkan Gazeteport'un sahibinin Mehmet Kutman ve Gazi Erçel olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Mehmet Kutman kimdir, herkes tanıyamalabilir. Ben hemen özet geçeyim. Mehmet Kutman, Global Yatırım Holding'in sahibidir, aynı zamanda da eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın kuzeni olur.

Şimdi Yavuz Semerci'yi unutmadan esgeçip bu Mehmet Kutman'a bakalım. Beni uğraştırmayın ve internette arama motorlarımıza "SPK, ceza, Global Holding" yazın. Yavuz Semerci'nin perde arkası patronu olan adamın şirketinin ne kadar usulsüzlük yaptığına ve buna karşılık aldığı cezalara bakın.

Buna bakarken, Gazeteport'un gizli patronlarından Gazi Erçel'in kim olduğuna bir bakalım. Kendisi Merkez Bankası başkanlığı yaparken devalüasyondan (hani dolar ebesinin amı kadar fırlıyor ya o işte) hemen önce yüklü miktarda döviz aldığı gerekçesiyle görevi kötüye kullanmaktan hakkında hüküm kararı çıkmıştır ve faktoring şirketi tefecilik yaptığı suçlamasıyla 12 ayrı KOBİ tarafından mahkemeye verilmiştir. Zaten bu tefecilik iddiaları nedeniyle de, Habertürk'teki işinden kovulmuştur. Gerçi Turgay Ciner-Mehmet Kutman-Yavuz Semerci-Gazi Erçel-Fatih Altaylı ilişkisi daha bir şenliklidir ama konu bu değil.

Yavuz Semerci'nin Galatasaray hakkındaki iddialarını dinlerken, insan ister istemez, şirketinin gizli iki patronu hakkında neden acaba aynı duyarlılığı göstermez diye düşünüyor. Kendilerine ait ekonomi siteleri The Lira'da ya da Gazeteport'ta bu isimlerin haklarındaki usulsüzlükler neden yer almaz. Yavuz Semerci, Habertürk'teki köşesinde bunları neden konu yapmaz. Bak, içinde onlarca 'neden' geçen cümle sıralayabilirim ama burada bırakıyorum.

Bu boktan, çarpık ilişkileri bir tarafa bırakıp, birkaç bilgi vereyim. Köşesinde namus satan, tüysüz yetimin hakkını savunduğunu söyleyen Yavuz Semerci, çalışanlarının maaşlarını asgari ücretten yatırır, üstünü 'telif' adı altında öder. "Neden?" diye sorduğunu kabul ediyorum ve yanıt veriyorum: VERGİ KAÇIRMAK İÇİN.

Küçük yatırımcının can dostu, haksızlıkların kahramanı Yavuz Semerci, vergi kaçırıyor. Şimdi Galatasaray hakkındaki iddiaları doğru ya da yanlış demiyorum. Vergi kaçıran birine ne kadar güvenirsin? Hah işte o soruya verdiğin yanıt senin namuslu olup olmamanla ilintili. Tüm bu boktan ilişkilerini, gizli patronlarını bir tarafa ayırırsak, ben vergi kaçıran adama inanmam. Hele hele o adam, haftada bir "Galatasaray'dan Borsa şikesi" diye köşe yazıp, konunun birincil muhattabı televizyona çıktığında canlı yayına bağlanmıyorsun, hiç inanmam. Bu birrrrr. (Ahmet Çakar gibi oldum amına koyayım)

O dönem spordayım. Eto'o dönemin en acayip adamı. Herkes ondan söz ediyor, bütün gazetelerde bu var. Messi'nin portakalda vitaminden sıyrılma dönemleri. Yavuz Semerci yanımıza geldi ve "Ya çocuklar Eto'o'yla bir röportaj yapsak" dedi. Cevaben, bunun zor olacağını söyledik. "Siz nasıl gazetecisiniz? İnsan çabalar, uğraşır" dedi. Ben de kendisine, "Bana İspanya bileti al, bir hafta orada kalayım, röportajla geleyim. Gelemezsem, bir yıl ücretsiz çalışırım" dedim. "Yaaaaav siz de mail yoluyla sorun, cevaplasın" dedi. Bu kez kendisine, Eto'o'nun böyle bir röportajı yapmayacağını belirttik. 'Bağımsız gazeteci' Yavuz Semerci aynen şunu söyledi: "Yaaa yapmış gibi sallayın gitsin, kim bilecek." (Cevaben, "Sallama röportajı seve seve yaparım ama altına imza olarak Yavuz Semerci yazarım. Kabul ediyorsan, bir saate fantastik bir Eto'o röportajı geliyor" dedim ama ölü balık taklidi yaptı.) Hah işte, götünden uydur diyen adamın iddialarından söz ediyoruz, bu da ikiiiiiiiiiiiii. (O değil de çok zevkliymiş lan böyle söylemek)

Bir arkadaşımız işten çıkartıldı, kendisi Yavuz Semerci ile konuşmak için odasına çıktı. Çünkü işten çıkartılmasına rağmen tazminatı verilmedi ve tazminat hakkını istedi. Kendisine "Yaa sen merak etme, biz sana iş buluruz yarın öbür gün, boşver tazminatı filan. Sonra medyada başka bir yerde iş bulamazsın" diye tehdit edildi. Bu da üçççççççççççç.

Yavuz Semerci'nin tarzı budur. Önce Turkcell'e saldırır, haftalarca haber yapar, sürekli bok atar. Sonra ne olur? Turkcell üst banda bir reklam verir ve haberler bıçak keser gibi sonlanır. Yavuz Semerci, Turgay Ciner'e sürekli saldırır, durmadan saldırır, bok atar. Sonra ne olur? Turgay Ciner, bunu gazetesine köşe yazarı olarak alır. Turgay Ciner haberleri arşivden bile çıkartılır.

Yavuz Semerci, bugünlerde Galatasaray'a saldırıyor ya. Aslında saldırdığı Ünal Aysal'dan başkası değil. Gün içinde radyoyu kapatacağını da duyunca, daha bir emin oldum, Yavuz Semerci aç kalmış, onu anladım. Yarın 'GSstore' bir ilan versin, ertesi gün o haberler bıçak gibi kesilmezse adam değilim. Yarın Ünal Aysal, kafasını okşayıp, önüne bir kemik atsın, Ünal Aysal'ı göklere çıkartmazsa şerefsizim.

Neyse yazının ana fikrini anlamayanlara söyleyeyim. Gazeteport, tamamen tetikçilik maksadıyla kurulmuştur ve Yavuz Semerci de namlunun ucundaki kurşundur. Silahı tutanla, tetiği çeken bu mal değil.

Yazının sonuna kadar okumadıysan, beni kırdın haberin olsun. O kadar uğraştım a.q.

Sizin ruhunuza sokayım

$
0
0

Biliyorum bazen yazdıklarım hoşunuza gitmiyor, söylediklerim keyfinizi kaçırıyor ya da kendinizce doğru bulmuyorsunuz ama ben hayatım boyunca aka ak, boka bok demekten vazgeçmedim ve geçmeyeceğim. Haaa, burada her yazılanın doğru olduğunu söylemiyorum ama benim doğrularım olduğunun altını keçeli kalemle çiziyorum.

3.5 yıllık blog maceramda ve sağda solda yazdığım yazılardan şunu anladım ki, herkesin gönlünü hoş tutmak için vıcık vıcık bir adam olmak lazım. Misal Çarşı ile ilgili bir yazı yazdım, bana "abi"çeken adamların sövmediği tek akrabam kalmadı, Fatih Terim'e saydırdım, bu kez Galatasaraylılar aynı aile bireylerine sövdü. Haaa, umrumda mı? Öyle bir gün sinirleniyorsun, kızıyorsun, sonra sikinde bile olmuyor. Çünkü kimsenin gönlünü hoş tutmak için yazmıyorum, başta da söylediğim gibi benim doğrularımı yazıyorum. Hah işte, şimdi de öyle bir şey yazacağım.

Galatasaray Basketbol Şubesi'nde paralar ödenmemiş, Lindsay Whalen da, bavulu eline alıp gitmiş. Olayın öğrenilmesinin ardından 2 gün boyunca kulüpten bir ses çıkmadı, sonra aniden dün, Milliyet'te Nevzat Dindar imzalı bir haber (Haberin linki) yayımlandı. Kulüpten bir yalanlanlam geleceğini düşünürken, bugün şöyle bir (link budur) açıklama geldi.

Nevzat Dindar'ın haberinde ne deniyor, bir bakalım. Galatasaraylı bir yönetici, Lindsay Whalen'la ilgili 'çarpıcı bilgi'lere ulaşmış. Bilgi dediği şey, Lindsay'in lezbiyen olmasından ötürü İstanbul'dan ayrıldığıymış. Vay babam vay! Lindsay Whalen aslında 2 aydır parasını alamadığı için değil de 'kendi cinsinden birine' ilgi duyduğu için apar topar Fransa'ya gitmiş. Haberde 'lezbiyen' kelimesi kullanılmamış. Ne kibar lan!

Bak ben sana şunun özetini geçeyim, tek kelime ile orospu çocukluğundan başka bir şey değildir yapılan. Sen bir sporcuna 2 ay ödeme yapmayacaksın, sonra basına el altından haber yaptıracaksın, kadının lezbiyenliğine vurgu yaparak ve en ilkel bel altı vuruşunu gerçekleştirerek. (Aaaaa Galatasaray yöneticisine küfür ettim ne ayıp, ne ayıp değil mi lan? Herifler sanki kulüp yöneticisi değil de, seçilmiş peygamber, küfür edilemez.)

Basketbolda bir alışkanlık oldu bu sipariş haberler. Sezon başında Oktay Mahmuti hakkındaki haberleri, bu sipariş haberle harmanlayınca, gayet net anlaşılıyor durum. Oktay Mahmuti 'küfürbaz', Lindsay Whalen 'lezbiyen'. Eeeee abi, her gidenin arkasından bok mu atacaksınız? Şerefsizce insanları lekeleyecek misiniz? Bu mu lan Galatasaraylılık adabınız sizin? Akit kafasında pezevengin evlatları. Kendi bok yemelerinin üstünü örtmek için kadının cinsel tercihine vurgu yapılıyor. Peki sezon başı geldiğinde Akit'in yaptığından farkı nedir bunun? Var mı bir fark?

Bu rezaleti yalanlamadığına göre, el altından haber yaptırmışsın demektir. Bu iğrenç olayın dumanı üstündeyken, resmi siteden, "Gösterdiğimiz özene rağmen böyle bir gecikmeyi, kulübü terketme bahanesi olarak kullanan bir sporcunun Galatasaraylılık ruhunu ne denli kavramış olduğu ortadadır. Bu tür oportünist bir anlayışın her müsabakada ‘tarih yazmak’ için mücadele veren Galatasaraylı sporcularımızın arasında da yeri yoktur." diye açıklama yapıyorsun.

Bak hocam, bu işler böyle olmaz. Galatasaraylılık ruhu filan diye insanları keriz yerine koymanın anlamı yok. Üç-beş gerizekalıya yedirirsin bunu da, kafası çalışan adama o teraneleri satamazsın. Sen bir sözleşme yapmışsın, o sözleşmenin gereğini de yapacaksın. Yapamıyorsan da, o koltukta oturmayacaksın ya da o şubeyi kapatacaksın. Böyle ruhtu, Galatasaraylılıktı, tarih yazmaktı filan geçeceksin o işleri. Götün yiyorsa Sneijder'ın parasını ödemesene 2 ay ya da Muslera'ya ödeme, Drogba'nın parasını 1 ay geciktir bakalım ne oluyor.

Ama işin kolayı var, ödemeyi yapmazsan, heriflerin arkasından atıp tutarsın, "Drogba 'gay'di, Sneijder 'pezevenk'ti, Muslera 'kulampara'ydı, o yüzden gittiler" diye haber yaptırırsın basında, sana yönelen eleştirileri de atlatmış olursun. Bir de üstüne Galatasaraylılık ruhu diye edebiyat parçaladın mı, aslansın aslan! Ruhmuş! Sikeyim sizin ruhunuzu.

Şu haberi yaptıran yönetici ve bu iğrenç haberi yalanlamayan her kim ya da kimlerse yavşağın önde gidenidir, bayrak taşıyanıdır hatta maraton koşanıdır. Benim kafam başkasını anlamaz.

Öyle başa, böyle tarak!

$
0
0

Bu ülkede koskoca bir şike davası yürütüldü değil mi? Peki bu şike davasında senin haber almanı sağlayacak kim? Elbette medya. Sokaktan 100 kişi çevirip "Medyaya güveniyor musun?" diye sorsan, ne yanıt alırsın? Hadiseye iyi niyetle yaklaşan birkaç kişi dışında "Hayır" cevabı alırsın.

Dün, Fanatik Gazetesi'nde şahane (!) bir Wesley Sneijder röportajı vardı. Röportaj manşetten koca koca puntolarla verilmiş ve hatun da altına bildiğin imzasını atmış. Buraya kadar bir sorun yok.

Sneijder, röportajı yalanladıktan sonra oluşacak refleksi bekledim bütün gün. Fanatik.com.tr sitesinde tüm gün ilk sırada duran röportaj çıkartılma gereği duyulmadı, bir özür yazısı gelmedi, yalan röportajı yapan hanım kızımız hakkında "gereği yapıldı" türünden bir açıklama da yoktu. Sabah, Fanatik'in sitesine girip baktım, acaba düzmece röportaj kaldırılmış mı diye. Yooo gayet de yerinde duruyor. Gazeteye baktım, bir özür yazısı var mı diye? Valla o da yok. Hepsini bir kenara bırak, Fanatik'in resmi twitter sayfasında, röportajın duyurusu halen duruyor. 

Bak işte, medyanın durumunu tek bir haberle ancak böyle özetlersin. Bunun sadece sporla kaldığını da düşünmeyin. Bu sadece Aysberg'in görünen yüzünden başka bir şey değil. 

Kendimi o hanım kızın yerine koyuyorum. Dün Sneijder'la röportaj yaptım diye manşetlerdeyim ama aradan birkaç saat geçiyor, götünden uydurduğun ortaya çıkıyor. Bugün sokağa nasıl çıkar, işyerine nasıl gider, insanların yüzüne nasıl bakar, ailesine ne söyler, sevdiği insanlar bir şey söylese ne cevap verir vs. vs.? Ya hakikaten yeri yarıp içine girerim, hatta yeri komple kıçıma sokarım şu işi yapsam. 

Röportajda acayip şeyler var. Misal ablamız sormuş, "Fatih Terim’i önceden biliyordun, şimdi tanıştın neler söyleyeceksin?" Yanıt olarak "Her şeyden önce çok karizmatik" diyor Sneijder ve "(Gülüyor)" diye ibare var. Bütün röportajı bir kenara al, yalan gülümseme ifadesini röportaja serpiştirmek, çok acayip bir olay. Hakikaten ibretlik lan! Hayalinden yazıyorsun, hatun öyle bir canlandırmış ki, o sırada Sneijder gülümsüyor verdiği cevaba.

Bak bu ablamız, cinsel yönden çok mutludur. Bir gece Brad Pitt, bir gece bir gece David Beckham, bir gece Matthew McConaughey, bir gece George Clooney. Ohhhh keyfe bak lan sen! Her gece birbirinden seksi erkeklerle birlikte oluyorsun. Arkadaşlarına anlatıyorsun bunu.

- Kız Merve, dün Brad'le birlikteydik
- Brad mi? Seninkinin ismi Yaşar değil mi?
- Offffff ne Yaşar'ı be. Brad Pitt'le birlikteyim.
- Hadi canım.
- Vallahi, yeminle. Sneijder'la röportaj yapmış gazeteciyim ben. Yalan söyler miyim hiç?
- Eeeee, nasıl peki?
- Dün gece bana geldi, saatlerce konuştuk, sonra da seviştik.
- Hasiktir, Brad Pitt'le seviştin demek. Neler konuştunuz, neler oldu anlatsana, çıldırtma insanı Esra. Ama o Angelina ile birlikte değil mi?
- Angelina'nın amına koyayım, (Sinirlendi) ben sana aşığım dedi. Karı bunu sıkmış, pazardan patates alır gibi sürekli çocuk alıp duruyorlarmış, karı sürekli çocuk istiyormuş.
- Ayyyyy valla mı?
- Evet ama işte artık istemiyormuş o yelloz karıyı. 
- Peki daha ne kadar sürdüreceksiniz bu yasak ilişkiyi.
- Bir plan yaptık, çocuk alma bahanesiyle Kamboçya'ya gidecekler. Orada bir kayalık varmış, arkasından itecekmiş. 
- Yok artık.
- Valla diyorum kız. Ben Sneijder'la röportaj yaptım, sana yalan mı söyleyeceğim?
- Eeeeeeee, yatakta nasıl peki?
- Kızımmmmmm herif tam bir aygır var ya. Ağzıma sıçtı, ağzıma. Yemin ediyorum 6 saat seviştik. "Angelina mı iyi, ben mi?" diye sordum. "Siktirtme Angelina'yı, şimdi en mutlu anlarımı yaşıyorum, seninle erkekliği keşfettim" dedi. (Yalıyor) 
- Sendeki şans kimsede yok yemin ediyorum. Sneijder'le röportaj yapıyorsun, sevgilin Brad Pitt. Sürprizlerle dolusun.
- Bu daha başlangıç, akşam Beckham'la yemeğe çıkıyoruz, sürekli mesaj atıyor. 
- Sallama be!
- Sneijder'la röportaj yaptım, bana nasıl inanmazsın. Al bak, bu da kanıtı (telefonu gösteriyor)
- Oha herife bak ne yazmış (Şimdi ağlarım yarın susarım, gözümdeki her damla yaşın hesabını gün gelir sorarım!)
- Geberiyor bana diyorum, inanmıyorsun bir de.
- Peki o şeyle evli değil miydi?

Haaa işte, al sana mis gibi diyalog. Öyle başa da, böyle tarak. Şanlı Türk basını, kimbilir bize daha neleri gösterecek. Hangi yalanları yutturmaya kalkacak. 

Çevir kazı yanmasın

$
0
0

Rıdvan Dilmen: Drogba transferini bu paralarla çok mantıklı bulmuyorum açıkça söylüyorum. Tamam tabii ki iyi futbolcudur, kalitelidir vs. ancak çok da gerekli olduğunu düşünmüyorum

"İyi futbolcu" demiş, tarafsız futbol ulemamız. Sen büyük demesen, biz anlamayacaktık. Şimdi çevir kazı yanmasın. Çevir canım çevir, ne ilk çevirdiğin kaz, ne de son olacak.

O değil de, herif haksız rekabet amk. Daha yeni başladık, devamı pek yakında. Neyse uzun uzun yazarız sonra.

Yersen

$
0
0


Bu ülkede bahsedilenler ve bahsedilenleri sumenaltı etmek diye iki kavram vardır. Mızrağın çuvala girmediği anda bile, birileri o mızrağı gönüllü olarak götüne sokmaya çabalar. Tabii o mızrak götte adamı kanatır, canını yakar. Böyle oldukça mızrağın 4'te 3'ünü kıçında taşıyan, bağırdıkça bağırır, sağa sola saldırır. Şu an yaşadıklarımız da, bu duruma çok benziyor.

Galatasaray saldırıların odağı haline geldi. Televizyonlarda, gazetelerde, internet sitelerinde, sosyal medyada, önüne gelen herkes Galatasaray'a saldırıyor. Ve bu saldırılar gittikçe daha da can sıkıcı hal almaya başladı. Şike sürecinde sesi soluğu çıkmayan yazarların, yorumcuların yeni oyuncağı adeta Galatasaray oldu. Bunu ilk dile getiren Yavuz Semerci, Turgay Ciner'in gazetesinin yazarlarından biri. Bu bilgi dahilinde yazdıklarını okurken, Yavuz Semerci'nin sanki sahibiymiş gibi göründüğü Gazeteport'un tüm teknik altyapısını da Koç Holding'in oluşturduğu bilgisini ekleyeyim. Koç Holding deyince aklına kimbilir neler gelmiştir, seni hınzır seni.

Şimdi bir bakalım Turgay Ciner'in neleri varmış, neleri yokmuş.
  • Park Termik
  • Park Teknik
  • Eti Soda
  • Park Enerji
  • Park Elektrik
  • Silopi Elektrik
  • Park Toptan Elektrik
  • Park Maden Enerji
  • Riotur Madencilik
  • Konya Ilgın Elektrik
  • Kazan Soda Elektrik

Yukarıda görünenler, Turgay Ciner'in enerji alanındaki faaliyetleri. Haaaa, sen şimdi diyeceksin ki, "Niye sadece 'enerji' meselesini gündeme taşıdın?" Dur bakalım yeni başladık, daha neler çıkar neler. Birtakım rakamlar vereceğim ama canın sıkılmasın.

Bizim Ünal Aysal ne iş yapar hacım? Bir-iki otel dışında yatırımları ve şirketlerinin değeri 10 milyar doları bulan Ünal Aysal'ın na yatırım alanı enerji santralleri. Aysal'ın Yönetim Kurulu Başkanı Unit Group'un sadece Türkiye'de inşaat halinde 2.5 milyar dolarlık enerji projesi bulunuyor.

Dünyanın yüzde 19'unun hiç enerjiyle tanışmadığını biliyor musun? Yaklaşık 1.5 milyar insan elektrikten mahrum. 1.5 milyar insanın elektriği olmadığı şu manaya da geliyor. 1.5 milyar insana satılacak enerji. Türkiye'den bir rakam ister misin? Türkiye'nin dış ticaret açığı (resmi rakamlar bunu söylemese de) yaklaşık olarak 100 milyar dolar civarında. Bunun 50 milyar doları, yani sadece yarısı enerji ithalatından oluşuyor. Şu rakamlar, enerji alanının ne denli önemli olduğunu gösteriyor mu? Bizler kavganın salt Galatasaray-Fenerbahçe olduğunu düşünüyoruz pek çok kez ama öyle değil. Elbette bir etken ama birincil etken sikindirik bir futbol hadisesinden oluşmuyor.

Demek ki neymiş? İşadamlarımız enerjik gençlerden oluşuyormuş. Şu günlerde sık sık Galatasaray'a sallayan Adnan Polat'ın da enerji alanında büyük yatırımlar yaptığını söyleyelim. Hiç ortalarda görünmeyen adam, bir anda açıklamalar yapıyor, 'Aziz' dostundan söz ediyor, Ünal Aysall'ı tanımadığından falan dem vuruyor. Bu Adnan'ın altta enerji Oscar ödülü aldığı fotoğrafı var (bu arada söylemeden edemeyeceğim fotoğrafa resim diyenin amına koyayım). Aynı ödül töreninde tanıdığımız bir isim daha ödül almış, yan yana koydum, gelinim sen anla.

'Temiz enerji' diye bir şey çıktı. Herkes deliler gibi seviniyor, "Yuppi, artık çevremiz kirlenmeyecek", "İşte bu, dünyamız daha temiz olacak" diye. 'Temiz enerji' diye böyle allanıp pullanan şey ne biliyor musun? Lan sana bildiğin 'rüzgar', 'Güneş' satıyor herifler. Biz de, 'daha temiz bir dünya', 'yenilenebilir enerji' teranesiyle, göt atıyoruz buna. Bak iki saniye dur ve düşün, içinden aynen şunu söyleyeceksin, "Vay amına koyayım doğru lan! Herif bana bildiğin rüzgarı, güneşi satıyor. Var olan bir enerjiyi, üç-beş sikindirik aletle bana sokuyor" diyeceksin. Demediysen zaten malsın, yazının bundan sonrasını okuma bile.


Neyse efendim, Ciner Holding'in Yavuz Semerci vasıtasıyla Galatasaray'a saldırma nedeni, Fenerbahçe şakşakçılığı yapmak, ligde şampiyon olmak filan değil, onlar işin hikayesi. Galatasaray Drogba ile Sneijder'ı almış da, bunlar senelik büyük ücretler alıyormuş da, Galatasaray şampiyon olamazsa, büyük darboğaza girermiş de. Lan, Galatasaray'ın başkanı o paraları götünden sıçar manyak mısın? Hadiseden uzaklaşmadan devam edelim.

Şimdi ortalarda bir 'şer cephesi' muhabbeti dolanıyor. Gazetecisiydi, yorumcusuydu, papazıydı, maçasıydı vs. bunların Galatasaray'a karşı harekete geçtiği söyleniyor. Kısmen katılsam da, olayın öznesinin boktan bir şampiyonluk olduğuna inanmıyorum. Kim siker şampiyonluğu. 3 yıl şampiyon olamazsın, sonra 10 yılda 6-7 kez şampiyon olursun, kimse senin 3 yıl şampiyon olmadığını anımsamaz bile. En nihayetinde taraftar dediğinin yüzde 90'ı maldan oluşuyor. İki transfer, bir şampiyonlukla susturuverirsin hepsini. 

Enerji günümüz dünyasının en devasa büyüyen sektörlerinden. Bundan 20 yıl önce enerjiden kazandığın para, sattığın tüpten başka bir şey değildi. Bugünse artık milyarlarca doların döndüğü, uğruna savaşlar çıkartılan bir sektör haline geldi. Böylesi rakamlar varken, Galatasaray-Fenerbahçe nedir lan? 

Nihat Özdemir'den, Nihat Özbağı'na, Koç Holding'ten Polat Holding'e, Doğuş Holding'den Ciner Holding'e kadar hepsi, enerji sektörüne yoğunlaştılar. Ortada bir şer cephesinden söz edilecekse, hadiseye "Stadı sen yaptın?", "Sen de okul arazisini aldın", "Ama sana salon yaptırıldı", "Biz de devlete arazi verdik" kısırlığından sıyrılmak gerekir. Bu adamcağızların hepsi de, takım aşkıyla yanıp tutuşuyor he mi? 

Garip bir dünyada yaşıyoruz, o dünyanın en garip yerlerinden biri de içinde yaşadığımız ülke. Birileri Galatasaray'a saldırıyor değil mi? Elbette bunu görmemek için aptal olmak lazım ama konunun salt futbol olmadığını anlamamak için daha büyük aptal olmak lazım. "Çok büyük şirketlerim var, acayip de zenginim, hayatta tek eksiğim renklerine sevdalı olduğum takımımın yöneticisi olmak istiyorum" dediklerini filan mı düşünüyorsunuz? 

Konu futbol filan değil, konu fırından yeni çıkmış, fantastik bir pastanın paylaşımı. Ciner'in Ünal Aysal'a "Oğlum ben girmiştim bu sektöre, senin bok işin mi var, git başka iş yap" demesini beklemiyoruz değil mi? Ünal Aysal 2009 yılında Türkiye'ye enerji yatırımları yapmaya başlamış ancak tesadüf eseri de 2010 yılında başkan olmuş. İnşaat şirketleriyle takılan Nihat Özdemir, 2001 yılında enerji işine giriyor tam da o sıralar Fenerbahçe'ye yönetici oluyor. Turgay Ciner enerji devi olma planları yaparken Kasımpaşa'yı satın alıyor. Bunların hepsi hayatın minik sürprizleri değil mi? Yiyene karışmam ama ben tokum canım kardeşim.

Düşünmeye devam ama daha çok düşünmemiz lazım, onu da kafamızın bir tarafına sokalım.

Bir sol açık olarak Sneijder

$
0
0
Bir aralar Mircea Lucescu'nun, Vatan Gazetesi'nde yazıları yayımlanıyordu. Hangi milli maç hatırlamıyorum ama öküz gibi tempo koyup, berabere kaldığımız bir maç sonrasında, tüm basın Emre Belözoğlu'nun muhteşem oynadığından dem vururken, o yazısında "Emre takımı yanlış yönetti, sürekli tempoyu artırmaya çalıştı, oysa iyi bir oyun kurucu tempoyu ne zaman artıracağını, ne zaman düşüreceğini bilmeli" demişti. 

Oyuna gayet iyi başladı Galatasaray, golü de tam istediği gibi erken buldu. Golden sonra rakibin üstüne abanmaya başladı. Tam o sırada, Lucescu'nun bu yazısı aklıma geldi. Senin sol kanadın zaten Allah'a emanet, üstüne Sneijder'ı sol açık gibi oynatınca, herifler geldikçe geldi, geldikçe geldi o kanattan. Orada yapılacak şey, tempoyu yükseltmek yerine, olabildiğince düşürmek ve topu oynatmaktı. Tempo yükseldikçe Schalke'nin işine geldi ve ilk yarı boyunca Galatasaray'ı sürklase etti. Akıl orada devreye giriyor. Rakibin tempo yükseltiyorsa, sen düşüreceksin. 

O noktada iş, senin yaptığın hatalarla belirlenmeye başlıyor. Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ye kalmış bir takımın, savunmada, orta sahada bu kadar fazla hata yapma lüksü yok. Stoperler iç içe geçmiş, orta sahan, rakip iki pas yapınca oyundan düşüyor, ileri 3'lün ile orta sahan arasında büyük boşluk var. Ehh bu kadar şeyden sonra 1-1 berarebe kalmışsan, zil takıp oynayacaksın.

Baştan yazayım, elinde Hagi, Sneijder gibi oyuncular varsa, oyun kurgusunu bu adamlara göre ayarlayacaksın. Sneijder'ın sol kanat oynaması, hele hele gerisinde Riera varken, intihar gibiydi. Terim bu yanlışı çabuk görüp ikinci yarı Sneijder'ı oyundan aldı. Oysa Sneijder'ın 45 dakika süresince etkili olduğu anların tamamı göbekten kanatlara ve ileri uca attığı toplardı. Eğer gol atmak istiyorsan, sahaya 3 forvet sürmek yerine, Sneijder'ı oyunda tutup, başka bir plan yapmalıydı ama onun tercihi Hollanda'lıyı çıkartmak oldu.

Sneijder'ı çıkarttı da, Amrabat oyuna girince çok mu etkili oldu? Ne yazık ki, itiraf etmek gerekir, Amrabat Galatasaray'ın en büyük kazıklarından biri olarak tarihe geçmiştir. Ne savunma yapmayı biliyor, ne ileride oyuna katkı sunuyor. Şampiyonlar Ligi'nde 3 asist yapmış. Herife verdiğin parayla, ligde ilk 5'e girecek kadro kurarsın, kurduğun kadrodan Amrabat'tan çok daha iyi en az 3 oyuncu çıkar. Adam geçemiyor, top ayağına geldiği zaman ne yapacağına karar veremiyor, savunmaya yardım edeceğine sürekli saçmalıyor, eeee bir zahmet orta da yapsın amına koyayım. Bunu ekstra bir özellik olarak sürekli söyleyip durmayın yeter.

Eldeki oyuncu yapısına göre sistemde değişiklik yapmak şart. Orta sahan bu kadar rahat geçilirken, Almanya'da mantıklı bir skor üretemezsin. Ki, bugün alınan 1-1'lik skor bile sahadaki oyuna bakınca mucizedir. Schalke, müthiş mi oynadı? Almanya'da yenilmez mi? İkisi de değil ama Galatasaray bugün berbattı. Keza oyuncu seçimleri ve oyuncu değişiklikleri de kötüydü. 

Hamit'le ilgili birkaç kelime etmek lazım. Bu ülkede kimse, Hamit'in futbolculuğuna laf edemez, iyi niyetinden kimse şüphe edemez ama oyundan çok çabuk düşüyor. Eğer yanılmıyorsam bu sezon direkten dönen 4 ya da 5. şutunu izledik. O pozisyonlarda, abanmak yerine akıllıca plaseler yapsa, belki bir tanesi (o da Manchester United maçı) dışında hepsi filelerle buluşmuştu. O pozisyona kadar gayet iyi oynayan Hamit, orada bitti. Tabii bunda, ayağına her gelen topta seyircinin homurdanması fazlaca etkili. Taraftar hep bir kurban arar, işler kötü gittiğinde suçlu adresi odur. Hamit de, Galatasaray'ın olağan şüphelisi halini aldı. Oysa oyuncu kalitesi açısından bu takımda kefil olacağım 3 isimden biridir. Ben kefilim de, kimsenin sikinde mi, o da ayrı mesele. 

Tekrar ediyorum, izlediğim Schalke çok rahat perişan durumlara düşebilir. Savunması bu denli ağır ve hantal adamlardan kurulmuş bir takımı uzun zamandır görmedim. Galatasaray, oyuna doğru başladı derken, kastettiğim şey buydu. Savunma arasına atılacak derin toplar. Bu denli kötü oynadığımız bir maçta Sneijder ve Selçuk'un savunma arasına attığı her derin top tehlike oldu. Bunu maç boyunca denemeliydik ama biz klasik panik düğmesine basan Türk takımı aptallığıyla orta yapıp durduk, savunma ortalaması 1.86 olan takıma karşı. Drogba'ya gelecek de, o topu indirecek de, Burak atacak.

Bu hayatta aklınla yapmadığın hiçbir şeyde başarılı olma şansın yok. O yüzden Amrabat'tan, Emre Çolak'tan (oynamamış adama bok atıyorum), bir bok olmaz. Kafasını kullanmıyor çünkü herifler. Ve bizim sol kanadımızda başka alternatifimiz yok (iki dünya bir araya gelir Sneijder o alternatif olmaz, o hatadan çabuk dönülmesi lazım). O yüzden Terim'e kızıyorum, sene başında planlama hatası o yüzden yapıldı diyorum.

Son söz de Selçuk'a olsun. Sneijder, Drogba, Muslera vs. Bu çocuğun küstürülmemesi lazım. Bugün orta sahada 90 dakika boyunca götünü yırttı. Dünya yıldızıysa, en baba yıldıza taş çıkartır. Futbolcular çocuk gibi adamlar, geçen seneki sevgi giderek azalıyor Selçuk'a karşı. Oysa o, asist ve gol sayısındaki düşüşe karşın, oyun etkinliği açısından geçen seneyi aştı. Ama bu ülkede göze girmek için gol atacaksın, asist yapacaksın, yani rakamlarla oynayacaksın. Bu takımda herkes bir yana Semih ve Selçuk bir yana, benim için. İkisi de bambaşka adamlar. 

Altını keçeli kalemle çizerek sonlandırayım. Sneijder'dan sol açık olmaz, olamaz. Eğer Sneijder burada oynatılacaksa, verilen para da boşadır, yapılan transfer de. Umarım Fatih Terim, bu hatadan kısa sürede döner, yoksa o sol kanadı oyarlar kabak gibi.

Haaa, bir de çok sikişmekle çok çocuk olmaz. Sahaya 3 forvet koyunca 5 gol atamazsın. Bir zahmet bunu öğrenmiş olsun teknik direktör.

IMC TV'ye program önerisi: Eyüp Burç'la faşist gündem

$
0
0

Bu ülkede yaşanan hiçbir şeye şaşırmamak gerekir. Nerede, ne zaman, ne oluyor takip etmek de güç, takip ettiğin hadiseye yorum getirmek de.

Emek odaklı yayın yaptığını savunan IMC (kuruluşu 1 Mayıs) adında bir kanal var. Bu kanalın çalışanları yaklaşık 3 ay önce sendikalı olmak için harekete geçti. Düşün ki, bu kanalın 'Emek Dünyası' adında, sendikal mücadeleye ilişkin programı var. Mantıklı düşündüğünde ne dersin? Çalışanlarının da sendikalı olmasında bir sorun yok diye düşünürsün değil mi? Ama yok burası Türkiye. Kanalında bas bas Sendikal haktan söz eden bir televizyon kanalı, sendikalı olan emekçiler için sürek avı başlattı.

Kanalın Eyüp Burç adındaki Genel Kordinatörü'nden söz etmeden olmaz. Kendisi hakkında birkaç şey yazacağım, zaten o zaman daha rahat anlaşılacaktır. Çalışanlara küfür eden, çalışanları tehdit eden, çalışanların devrimcilikleriyle alay edip "sizin arkanızdaki devrimcilere korum" diyen, tartıştığı çalışanlar için televizyona polis getirmekten söz eden, bir adam.

Ben yıllardır, hepimizin eleştirdiği anaakım medyada çalışıyorum ama televizyona polis getirmekten söz eden bir yöneticiye rastlamadım. Normalmiş gibi görünmesin, IMC TV'den söz ediyoruz. Böylesi kanalın bir yöneticisi, sendikal mücadele eden çalışanlar için televizyona polis getirmekten söz ediyor. Faşistlik tam da böyle bir şey.

Kendine 'solcu' sıfatı eklemen, emekten söz etmen fark etmiyor. Olmak istediğin insanla, olduğun insan arasındaki fark böyle bir şey. Eyüp Burç'un da olmak istediği adamla, olduğu adam arasındaki korelasyon böyle. Sendikal mücadele için çabalayan çalışanlara "Sizin arkanızdaki devrimcilere korum" diyen bir herif olur mu lan! Sen nasıl, insanların değerlerine laf edebilirsin? Sendikal mücadele eden çalışanları korkutmak için kanala ne olduğu belirsiz 3 kişi getiriyor.

Her neyse, kanal yönetimi, çalışanların mail grubunu takibe alarak, yazılanlar ve çizilenler doğrultusunda 3 haftalık süreçte 13 kişiyi işten çıkarttı. Çalışanlar, ilk etapta 5, sonrasında 8 kişi işten çıkartılana dek, sürekli diyalogdan ve iyi niyetten yana tavır aldı. Ancak bu Eyüp Burç denen herif, kanalın göz bebeği sanki. Patrona, bu herifin yaptıkları anlatılmasına karşın, kimsenin kılı kıpırdamıyor.

Kanal çalışanları bugün itibariyle iş bıraktı. Kanalda yayın durduruldu. Kanal emekçileri, arkadaşları yeniden göreve getirilmeden, yayını başlatmayacaklarını açıkladılar. Şu saat itibariyle, herkes beklemede.

Emek dünyası, mor bülten, yeşil bülten diye program yapacaksın, emeğin yanında olduğundan dem vuracaksın, 'biz farklıyız' diye ortalara çıkacaksın ama anaakım medyada bile eşine az rastlanız faşist uygulamalar yapacaksın. Bir nevi kara mizah ama daha çok Türkiye gerçeği.

Çalışanların maaşlarını asgari ücretten verip, üstünü elden vereceksin (pek tabii ki vergi kaçırma yöntemi), kanal çalışanlarının sendikal mücadelesini tehdit gibi algılayacaksın, insanlara baskı ve tehdit yoluyla mobbing (bezdiri daha güzel sanki) uygulayacaksın, diğerlerine ibret olsun diye insanları işten çıkartacaksın, kanala polis getirmekten söz edeceksin, sonra emekten yana olacaksın! Tabii canım tabii, suyundan da koy olmaz mı?

Böylesi bir rezaletten sonra, bu kanalın inandırıcılığı nasıl olur acaba? Emek Dünyası, Mor Bülten, Yeşil Bülten diye program yapacaklarına "Faşist Bülten", "Eyüp Burç'la gündem baskı", "Eyüp Burç'un faşist güncesi" adında program yapsınlar, en azından inandırıcı olmak konusunda daha 'sempatik' görünürler.

Hep söylüyorum, bu ülke neresinden tutarsan tut, elinde kalıyor. IMC TV de, buna bir örnektir. Bugün Eyüp Burç IMC TV, yarın başka bir isim ve başka bir kanal.

Bu ülkede emekçi olmak zor, bu ülkede hakkını aramanın sonu mahkeme salonları, cezaevleri ya da burada görüldüğü gibi ekmeğinin elinden alınması.

Kanal yönetimi üç maymunu oynuyor ama şunu unutuyorlar; maymunlar, her taraflarını kapatabilir ama kıçları açıktır.

Kanal yönetimi şöyle bir açıklama yapmış, link budur. Yapılan açıklama aleni yalandır. İçeride olan biteni çok yakından biliyorum. İş ahlakı vs. sözlerinin tamamı içi boş, koca bir balon. İşten çıkartılanların tamamı sendikal mücadele içinde olan kişilerdir ve diğerlerine ibret olsun diye işten çıkartılmışlardır.

Saçlı canlıdan 'yorum farkı'

$
0
0

Fenerbahçe-Kasımpaşa maçı yorumları

Güntekin Onay: Fenerbahçe 1-1 giden maçta, 90. dakikada penaltıyla Emre'yle öne geçti. 90+4'te de Sow'un golüyle 3-1 kazandı. Evet hocam, ikinci yarıda Fenerbahçe'nin özellikle 1-1'den sonra inanılmaz bir kazanma azmi vardı. Tabii ki hocam, Fenerbahçeli futbolculara alkış tutmak lazım ama seyirci müthiş etken oldu. Çok istedi maçı.

Rıdvan Dilmen: Fenerbahçe seyircisi oyunun her bölümünde korkunç bir baskı yapan seyircidir. Bugün, Fenerbahçe seyircisi büyük iş yaptı. Şöyle değerlendirmek lazım; kötü oynamıyor Fenerbahçe iyi futbol oynuyor. Fenerbahçe maçı çevirirdi. 1-0 bitme olasılığı yoktu. Kasımpaşa oyuna ortak olamadı. Fenerbahçe golü yedikten 94'e kadar olağanüstü coşkuluydu. Sow oyuna girdi, bir anda her şey değişti, kanat bindirmeleri özellikle sağ kanattan var. Ama sen karışma hakem, karışma. Fenerbahçe oyunsal anlamda kazanmayı hak etti. Pozisyonun penaltıyla uzaktan yakından alakası yok. Bence penaltı falan değil. Hakem baskı altında kaldı. Serdar Tatlı'yı aradım, 'hocam penaltı dedi'. Allah Allah. Kural diyor ki, çekemezsin, teşebbüs dahi edemezsin.

Oyun olarak şapka çıkartıyorum. Aykut Kocaman, şahane bir takım çıkarttı. Fenerbahçe takımı, öne doğru oynamaya çalışan, baskı yapmaya çalışan ligimizin en iyi futbol oynayan iki takımından biri. Fenerbahçe'de bugün ve birkaç haftadır rakibi oynatmıyor, sindiriyor.

Galatasaray-Orduspor maçı yorumları

Güntekin Onay: İlginç bir karşılaşmaya sahne oldu. İlk yarıda Orduspor'un 2-0'lık üstünlüğü vardı. İkinci yarıda, Galatasaray'ın baskısı 45 ila 75 dakikalar arasındakibaskı tam 4 gol getirdi. İkinci yarıda büyük bir gerginlik, tansiyon yüksekliği ve Galatasaray'ın agresif oyunu, baskısı, atakları ve Orduspor karşısında 2-0'dan 4-2'ye gelen ve karşılaşmanın içinde de tartışılacak pek çok pozisyon var.

Rıdvan Dilmen: Yazıyoruz ya biz. Galatasaray ne oynadı diye. Sahaya dizilişi. Ne oynadı 4-3-3 oynadı. Ama futbolda eleştirilen bir şey vardır. Kardeşim doldur boşalt oynanır mı? Çok erken doldurmaya başladılar. Ama bu bir silahtır bazen, ama her zaman değil, bu bir taktiktir bazen. Ne oynadı Galatasaray 3-2'ye kadar. Bunun 4-3-3'ü kaldı mı?

Güntekin Onay: Şişir baskı yap. Drogba'ya şişir baskı yap. Doldur boşalt oynadı

(Bu sırada Cuper'e yoğun eleştiri var. Maçı Galatasaray'ın nasıl kazandığı değil, Hasan Kabze ya da ve Stancu'dan birinin neden oyundan çıkartıltığını anlatıyor. 3-2'den sonra Galatasaray'a güven geldiğini anlatıyor. )

Rıdvan Dilmen: Maçın hakemi maçı direkt etkiledi, onu söyleyeyim. Muhtemelen Fatih Terim de hakemden şikayetçi olabilir. Ama Ordu da olabilir. Gökhan gidecek vuracak adama dirseği faul dahi vermeyeceksin. Hakan Balta'nın sarı kartı var, vermeyeceksin. İkinci sarıyı.

Güntekin Onay:İkinci sarıyı.

Rıdvan Dilmen:İkinci sarıyı. Amrabat kartsız bitirdi. Amrabat'ı koy kasede, buna kart vermediler de, MHK 'Allah Allah' diyecektir. Mesela Drogba'nın pozisyonu var, penaltı verse bir şey diyemezsin. Ben bir şey diyemem, kontrolsüz girdi oyuncu, dirseği geldi oyuncunun. Ama vermediği kartlar var, dayak yedi oyuncular.

Buradan sonrasını geç zaten. Her iki maç hakkındaki yorumları bunlar. Cümleler özenle seçilmiş, misal Fenerbahçe'nin kazandığı penaltı için "Öyle penaltı olmaz" diyor ama bir taraftan da Serdar Tatlı'yı aradığını ve pozisyonun penaltı olduğunu söylüyor. Aynı saçlı şahsın Galatasaray maçındaki Drogba'nın pozisyonu için söylediği şeyse; "Penaltı verse bir şey diyemezsin. Oyuncunun dirseği geldi."

Dirsek atmak ve dirseği gelmek arasındaki farktan söz edecek değilim. Drogba ceza alanı içinde dirsek yemiştir ve pozisyon net penaltıdır.

Bir akşam önce 1-0'dan geri gelip 3-1 kazanan Fenerbahçe'nin oyununa şapka çıkartan saçı garip şahsın Galatasaray maçına ilişkin yorumu "Galatasaray şişirdi, doldur boşalt oynadı." Biri muhteşem, diğeri rastgele oynuyor.

Bir akşam önceki maçta yaşanan hakem hatalarını sadece "Öyle penaltı olmaz"la geçiştiren bu zatın, Galatasaray maçındaki yorumu ise "Maçın hakemi maçı direkt etkiledi."

Her hafta aynı teraneyi yaşıyoruz. Bir oyuncu takılıyor, diğeri kendisini atıyor; bir hakem basit bir hata yapıyor, diğeri maçın gidişatını etkiliyor. Bir teknik direktör muhteşem takım yaratıyor, diğer teknik direktör takımını rastgele oynatıyor.

"Amannn" deyip geçiyoruz ama esgeçmemek lazım. Çünkü bu söylenenler, bu denli üstüne basa basa her hafta tekrarlandıkça bir süre sonra yaygın kanı haline geliyor. O yaygın kanı Burak'ı hırsız, Melo'yu kasap, Eboue'yi artist yapıyor. Bunlar dillendire dillendire bizler bile bunların doğru olduğunu düşünüyoruz. Hah işte, medya gücü budur.

İki gün önce Sivasspor-Beşiktaş maçında kimse verilmeyen penaltıdan söz etmiyor. Lafa gelince 'şerefli ikincilik', 'Hırsız Burak' ama sahada yaşananlara sezon başından bu yana baktığımızda kimin 'şerefli', kimin 'hırsız' olduğunu görüyoruz. Var mı ses eden, yorum yapan. Bin 500 vuruşluk yazının 30 vuruşu ya ediyor, ya etmiyor.

Kadıköy'de futbolcular rakibe ana avrat sövüyor, bunun üstüne yorum yapan yok. Tek yorum "Olmuşsa ayıp". Lan, sikerler öyle ayıbı. Sahanın içinde sürekli ana avrat küfreden üç-beş orospu çocuğu dolanacak, yapılan yorum "Ayıp". Aynı ayıp Galatasaraylı futbolcular tarafından yapılsa, yedi gün 24 saat üstüne yorum yapar saçını siktiğimin puştu.

Héctor Cúper akıl veriyor herif. İki forvetten birini çıkartacakmış da, savunma oyuncusu alacakmış. Cúper'in teknik direktörlük CV'sini açıp okuması, bu malın 2 saatini alır. Orduspor hariç, Héctor Cúper'in çalıştırdığı takımlardan herhangi birinin antrenman sahasına bile giremez ama iş akıl vermeye gelince, herkesten önce gidiyor.

Lan neyse sinirlendim acayip. Haybeye iki videoyu da izlemek zorunda kaldım, ona daha çok canım sıkıldı.

Galatasaray kazandıkça sinir oluyorlar, suratları maymun götü gibi kıpkırmızı kesiliyor, ses tonları düşüyor, ne söyleyeceklerini bilmiyorlar. Daha ligin bitmesine var, izleyip göreceğiz, sahada ve saha dışında neler yaşanacağını.

İMC yönetiminden masallar

$
0
0


İMC TV'den, sendikal faaliyetleri nedeniyle işten çıkartılan emekçilerin direnişi sürüyor. Bir haftalık süreç içinde, İMC TV ve Türkiye Gazeteciler Sendikası bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrası İMC TV'den yapılan açıklama aynen şudur: Link de budur

Açıklamayı okuduysan devam ediyoruz. Şimdi, açıklamada ne diyor: "Kurumumuzdaki iş ve çalışma kurallarına ve ahlakına uygunsuzluk nedeniyle vuku bulan işten çıkarmaların, demokratik kamuoyunu manipüle eden bir linç kampanyasına dönüşmesi üzerine ikinci bir açıklama yapma gereği duyduk."

Bu söz ettikleri linç kampanyasına (!), ben de dahil olmuş bulunuyorum çünkü şu yazı, arkadaşları biraz incitmiş. Neyse, ona değiniriz ama İMC'den yapılan açıklamaya devam edelim. Açıklamalarında, "Kurumumuzdaki iş ve çalışma kurallarına ve ahlakına uygunsuzluk nedeniyle vuku bulan işten çıkarmaların, demokratik kamuoyunu manipüle eden" diye bir ifade var. Yani Türkçesi, "Biz aslında sütten çıkmış ak kaşığız, bu işten çıkarttığımız insanlar işyerinde birtakım ahlaksızlıklar yapmıştır ve yetmiyormuş gibi üstüne de, bizim hitap ettiğimiz kamuoyuna bizi yem etmişlerdir."

Hadiseyi bilmiyor olsam, "Şu çalışanlara da bak sen, adamlar sana iş vermiş, ekmek vermiş, sen ahlaksızlık peşindesin" diye çıkışasım geliyor. İMC TV, Türkiye Gazeteciler Sendikası ile yaptıkları görüşmeden sonra sitelerine de koydukları açıklamada devam ediyor: "Söz konusu işten çıkarmaların iki çalışanın bir diğer çalışanı tehdit etmeleri ve bu tehdit tutumunu aleni olarak savunmaları, yöneticilere hakaret etmeleri ve saldırmaları sonucu işten çıkarılmaları, bunun ardından diğer bir grup İMC çalışanının, İMC yöneticilerine ve İMC'ye hakaretler içeren, İMC'yi bir klüp, bir dernekle karıştırırcasına ve söz konusu kişilerin neden işten çıkarıldığını sorgulamadan 'yönetimin istifasını' isteyen mailler göndermesi nedeniyle gerçekleştiği daha önce kamuoyuna duyurulmuştu."

Bak burası önemli. Pek çok işyerinde, çalışanların kendi arasında takıldığı mail grubu vardır. Bu mail grubu 'özel'dir. Özel diyorum bak, özel. Ama İMC TV yönetimi, bu özel mail grubunda yazılıp, çizilenlerden haberdar ve açıklamasında "yönetimin istifasını isteyen mailler göndermesi nedeniyle" ifadesine de vurgu yapıyor. Birader, sen insanların özel mail gruplarında yazılanları mı takip ediyorsun. Sağda solda "ben farklıyım" diye fiyaka yapıyorsun ama devletin vatandaşı dinlediği, takip ettiği gibi, çalışanlarının ne yazdığını mı takip ediyorsun? Nerede kaldı senin farkın peki? Ayrıca insanlar, başlarında bulunan yöneticilerden rahatsız olabilir ve bunu dile getirebilir. Bunun yöntemi, bu talebi dile getiren insanların işten çıkartılması mıdır? Eeeee hacım, senin, eleştirdiğin devletten ne farkın kaldı diye soracağım ama yüz surat hacı murat tavrıyla buna da bir kulp bulunur elbette. Farklıymış (!) Tabii, çok farklısın.

İMC TV'den açıklama devam ediyor: "Yine Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi ve Genel Başkan Yardımcısı Mete Öztürk'le dostane bir ortamda yüz yüze gerçekleşen bir görüşmede konunun ayrıntıları ve nedenleri, olgularla ve belgeleriyle birlikte kendileriyle paylaşılmıştır. Kanalımızın, çalışanlarının sendikal örgütlenme hakkına en küçük bir engelleme içinde olmadığını, olmayacağını ve bu hakkın somut kullanımına da kesinlikle saygılı olduğunu ve olacağını en üst düzeyde kendilerine ifade ettik."

Burası en şenlikli yer. Türkiye Gazeteciler Sendikası ile görüşmüşler ve bu görüşme 'dostane' geçmiş. Sevsinler senin 'dostane' görüşmeni. Kamuoyuna mesaj veriliyor, "Bakın gördünüz mü, Türkiye Gazeteciler Sendikası bile bizi haklı görüyor" diye.

Haaaa öyle mi canımın içi. Şimdi bu yazıyı okuyorsan, hemen www.tgs.org.tr'ye giriyorsun. Bakalım görüşme ne kadar 'dostane' geçmiş görelim. Haaa bu arada TGS ile yapılan 'dostane' görüşmeyi, 3 gün önce internet sitesine taşıyan İMC yönetimi, ne hikmetse, Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın yapmış olduğu açıklamayı, sitesine koyamıyor. Koyamaz çünkü koymak için insanda utanma olması lazım, o da çalışanına küfür eden, çalışanının değerlerine küfür eden, çalışanı için kanal binasına polis çağıracağını söyleyen yöneticide olmaz. Herif polis diyor bak. Bildiğin 'polis getiririm' demiş. Gerçi bu farklı diye belki kanala 'stasi' filan getirirler. Polis sevdalısına bak sen, polis getirecekmiş.

TGS'nin açıklamasında gayet net biçimde, çalışanların sendikal faaliyet nedeniyle çıkartıldığı belirtiliyor. Sen rastlantıya bak ki, çıkartılan 7 kişinin hepsi de sendikalı emekçiler. Üstelik aralarında  sendika temsilcileri de var.

Bok yiyen adam, boku yedikten sonra sıvamaya çalışır. Sıvadıkça sıvar, sıvadıkça sıvar. Resmi belki kapatabilir ama o bokun kokusu öylesine berbat yayılır ki, aslında herkes onun boka bulandığını bilir.

İMC yönetimi, yaptığının farkına vardı. 7 çalışan için kanalda yayın durdurulacağını tahmin edemiyorlardı, 7 çalışanın seslerinin kamuoyuna ulaşamayacağını sanıyorlardı ama yanıldılar.

Tipik Akp tavrı sergiliyorlar. Akp de aynısını yapıyor. Bakanlarının yemediği halt kalmıyor, gaf üstüne gaf yapıyorlar ama hemen görevden almıyorlar. Bekliyorlar bir süre ortalığın durulmasını, aradan bir yıl geçince o bakan görevden alınıyor. İMC TV yönetimi de aynı tavırda. İşten çıkarttıkları emekçileri işe geri alırlarsa, geri adım attıklarını ve bundan sonra ipleri çalışanlara bırakacaklarını düşünüyorlar.

Eleştirdikleri kurumların ve tavırların aynısını uygulayan insanlardan ölesiye tiksiniyorum.

Kanalında sendika programı yapacaksın, çalışanın sendikalı oldu diye işten çıkartacaksın.
Kanalında, polisin sokaktaki tavrını sorgulayacaksın, eleştireceksin, tartıştığın çalışanına "Sizi TC'nin polisiyle binadan attıracağım" diye en kibar haliyle ifade edecek olursam faşizme sırtını dayayıp, çalışanını tehdit edeceksin.
Sendikayla görüşeceksin, kamuoyuna toplantının 'dostane' olduğunu söyleyip, hadiseyi 'biz haklıyız'a getireceksin ama Türkiye Gazeteciler Sendikası'nın yaptığı açıklamada üç maymundan rol çalacaksın.
Kanalında, gizli dinlemeleri haber yapacaksın, eleştireceksin bunları ama sen milletin özel mail gruplarında yazılan çizilenleri radarına alacaksın.
Kanalında herkesi, her şeyi eleştireceksin, insanlar seni eleştirdiğinde onları işten çıkartıp, üstüne ahlaksızlıkla suçlayacaksın.

Bu işler Ahmet Hakan'ın iki tweet atmasıyla olmuyor canım benim. Cümle aleme rezil oldunuz ve daha da beterine hazırlanın derim size.

Bir de arkadaş, bugüne kadar hangi işyerinde patronun, işyeri yönetiminin "Evet, benim çalışanım sendikalı olduğu için işten çıkarttım" diye bir açıklama gördünüz. Herifler aleni olarak yalan söylüyor, o mum yatsıya kadar yanar, yatsı da çalışanların mahkemede aldıracağı karar olur.

Bu arada konuyla ilgilenen arkadaşlar için söylüyorum. Yarın (6 Mart Çarşamba)İMC TV binasının önünde saat 14.00'te işten çıkartılan emekçilere destek olmak için Eyüp'teki Flatofis'nin önüne gelin. Bu insanları yalnız bırakmayın.

Bu arada takip etmek isteyenlere, çalışanların twitter adresi budur.

Paniği kaosla yoğurmak

$
0
0

Galatasaray-Gençlerbirliği maçının ilk yarısında, sezonun en iyi Galatasaray'ını izledim. 45 dakika boyunca rakibine nefes bile aldırmadı. Ancak ne olduysa, yenen golle birlikte, kaotik B planı devreye sokuldu ve o andan sonra da maç bitti.

Madde madde gidelim. Drogba ve Sneijder transferlerine her Galatasaraylı sevinmiştir. Ancak Fatih Terim'in kafasındaki sistemle, bu iki adamın aynı anda sahada olması işleri bozdu. Çünkü Burak Yılmaz gibi yılın en formda oyuncusunu kanada atmak saçmalık olur. Sahaya 2 forvet ve Sneijder'ın birlikte çıkması da, orta sahada Galatasaray'ı zayıf bırakıyor.

Gençlerbirliği maçında Fatih Terim 4-4-1-1'le ve Drogba'sız sahaya çıktı. İlk yarı boyunca gördük ki, futbol açısından seyir zevki veren ve rakibi boğan, kırılgan orta sahası kuvvetlenmiş ve pol pozisyon bulan bir takım izledik. İlk yarının 0-0 bitmesi ciddi anlamda bir futbol mucizesiydi, kaçırılan pozisyonlara bakınca.

57. dakikada yapılan oyuncu değişiklikleriyle (Sneijder-Umut / Emre Çolak- Amrabat) Galatasaray aniden 4-4-2'ye döndü. Gol de, tam 3 dakika sonra geldi. Gole değinmeden olmaz, Eboue her ne kadar kendisine faul yapıldığını iddia etse de, o fizikteki bir adamın minik bir dokunuşla yere serilmesi anlaşılır bir durum değil. Oysa, Eboue de tıpkı Galatasaray gibi sezonun en iyi oyununu sergiliyordu o dakikaya kadar. Golden sonra bu kez Hamit-Drogba değişikliği geldi ve oyun o dakikadan sonra bitti.

Hepimiz aynı oyunu izliyoruz, herkes aynı maçtan farklı anlamlar çıkartıyor. Oysa sahada olup bitenler herkese farklı görünmemesi gerekir. Yani Eboue harika oynadı goldeki oskarlık hareketine kadar, bunun dışında bir yorum yapan adama aptal derim. Hah işte, o yüzden Fatih Terim'in B planı sahaya, kulübedeki bütün forvetleri sokmak ve kaosla sonuca gitmek dediğimde, insanlar sinirleniyor. Lan, 30 yıldır izliyorum, milli takımda ne yaptığını biliyorum, Galatasaray'daki ilk macerasını, ikinci macerasını ve bu son 2 yıllık süreci yakından takip ettim. Yok arkadaş, adamın başka uyguladığı bir şey yok. Hele Drogba geldikten sonra, daha da garip bir hal almaya başladı. Tüm forvetleri sahaya fırlat, topu ceza sahasına at, gol bekle.

Arkadaş, başka maçlar mı izledik biz. İlk yarı rakibin ağzına sıçtın, nefes aldırmadın. 5 dakikaya bir pozisyon buldun. Ama direkten döndü ama kaleci kurtardı. Sonuca ne bakıyorsun? Sen harika oynadığın sistem ve oyuncularla devam et. Gol atmak için mutlaka sahaya ne kadar forvet varsa onları mı sürmen gerekir. Gerçi şimdi "Fatih Terim, Allah kerim" diye zırvalayanların bahanesi hazırdır: Fatih Terim kulübede yoktu.

Haaa tabii, Ümit Davala ve Hasan Şaş kafasına göre oyuncu değiştirdi, Terim'in haberi bile olmadı. Siz kendinizi kandıradurun, Fatih Terim bu sene, en azından şu ana kadar sınıfta kalmıştır. Olmadığını göre göre aynı sistemde devam etmek, harika giden bir oyunu forvet pazarına çevirerek piç etmek, kaostan medet ummakla olmuyor. O futbol 10-15 yıl öncesinde kaldı. Futbol akılla, sabırla, sistemle oynanıyor. Artık öyle sahada saçmalıklara yer yok. Bir maç tutar, 5 maç yaslarlar adama. Fatih Terim'in her yanlışı böyle kabullenirse, yaptığı hataların farkına varamaz hale gelir. Hoş, yanlış yaptığını kabullendiğini de pek sanmıyorum. Sırtını sıvazlayan, götünü yalayanı bol. 

Fatih Terim gitsin de, kim gelsin. Yahu kalacaksa kalsın, bunun kararını zaten ben vermiyorum ama gidişat çok sevimli değil. Böyle söyleyince de hemen savunma geliyor, "Takım Şampiyonlar Ligi'nde son 16'da, ligde lider." Lan gerizekalı, süreci izlersen elde bir bok kalmayacağını görürsün. Beşiktaş, Bursa'yı yense kalır mı arada 2 puan fark? Fenerbahçe de aldı mı, geçen hafta 1'e inen rakip, 2'ye çıkıyor. Bu oyunla Schalke'yi eleyeceğine inanıyorsan da, Allah sana akıl fikir versin.

Bugün maç 57. dakikada yapılan oyuncu değişiklikleriyle bitmiştir. Bak Emre Çolak'tan hiç hazzetmem ama o ana kadar gayet iyi oynadı. Niye oyuna Umut'u alıyorsun? Yekta 90 dakika nasıl sahada kalıyor? Sneijder'ı çıkartıp Amrabat'ı oyuna alıyorsun. Bütün sezon takır takır oynadı, her maçında döküm döküm döktürdü de, bu maçı kurtarmasını mı bekliyorsun? Yahu bu kadar aptallık olur mu? Sahada forvetlerini besleyecek yegane adamdan vazgeçmek nasıl bir dangalaklık örneğidir bilmiyorum.

Penaltıya gelelim. Penaltı atılırken, "Umarım gol olmaz" diye dua ettim. Bu kadar aptalca bir penaltı düdüğü olamaz. Pozisyonun penaltı ile uzaktan yakından ilgisi yok. Penaltı da, topun başına kim geliyor? Drogba. Tıpkı geçen hafta 90+3'de frikiği kullandığı gibi. Hocam, bu takımın penaltıcısı da, frikik vurucusu da Selçuk'tur. Değil Drogba, takımda Messi ile Ronaldo olsa bu çocuğun kullanması gerekir. Bunun kararını da ben vermem, teknik direktör verir. O yüzden, Drogba'yı da zerre suçlamıyorum. Kendisine bu takımda penaltıları ve frikikleri kimin atacağı söylenmeli. 

Son olarak da, şu maç önlerinde çalınan "Fener ağlama" geyiğine değineyim. Bunu bir kez yaptın hoş oldu, güzel oldu. İkinci yaptın eyvallah. Ama ota boka çalınmaya başladı. Elinoğluna böyle taşak olursun. Böyle Fenerbahçevari hareketlerden tiksiniyorum. Yakın zamanda sahaya bir de hindi getirdin mi, tam olursun. Hangi gerizekalının fikri, hangi embesil yavrusu bunu sürekli yaptırıyor hakikaten merak ediyorum. Seyirci çok hoşlanıyormuş.

Neyse ligin boyu kısalıyor. Umuyorum Fatih Terim'in ayakları yere basmaya başlar yoksa lig gitti gider, sezon sonunda Beşiktaş'ın nasıl destan yazdığını izlemek, okumak zorunda kalırsın. Türk futbolunun bir efsaneye ihtiyacı var, Beşiktaş'ın şampiyonluğu, o efsaneyi karşılayacaktır, emin olun. 

Haaa, zeminden sorumlu yönetici, kişi, kurum kim varsa, emeği geçenlerin geçmişini sikeyim.

Siz hayal edersiniz, biz hayallerinizi sikeriz

$
0
0

Şimdi siktir git, kendine bir takım daha seç, onunla gel karşıma. O bayrağı kıvırıp kıvırıp götünüze sokarsınız. Gerçi sizde göte sokacak çok şey vardır, çeyrek finalde, kendinize yeni bir takım bulup, yeni bir bayrak seçersiniz.

Siz hayal edersiniz, biz hayallerinizi sikeriz.

Çok teşekkürler

$
0
0
Kan ihtiyacı çağrısına yanıt veren arkadaşlara teşekkür ederim. Çok çok sağolun, yardımlarınız için.

Irkçılığın yaşanmadığı ülke: Türkiye

$
0
0

Ne vakittir doğru düzgün yazamadım, kişisel sıkıntılar, bu ülkedeki futbola bakışın çarpıklığı, insanların iki yüzlülüğü, çoluk çocuğun buraya gelip sürekli küfür etmesi vs. vs. derken, iki aya yakındır tek kelime yazamadım. Bloğu wordpress'e taşımaya çalıştım, tonla hata oldu, ondan da vazgeçtim, kaldığım yerden devam edeyim dedim.

Derbi diye yine rezalet izledik. Neredeyse gelenekselleşmeye başladı bu rezalet. Aktörler bilindik Volkan, Sabri, Emre, Meireles. Biri taşaklarını avuçlar, diğeri el ense çeker, öbürü gırtlak sıkar; bunun adı da 'dünya derbisi' olur. Her zaman olduğu gibi haksız kimse yok.

Volkan adam öldürmeye teşebbüs ettiği için haklı, Meireles Portekizce'de "Evimize hoşgeldiniz" anlamına gelen taşak sıvazlarken haklı, Sabri auta çıkan bir top için kavgaya sebebiyet verdiği için haklı. Sorsan, hepsi haklı. Suçlu kim? Suçlu derbi diye bu soytarılığı izleyen milyonlarca gerizekalı olarak bizleriz. Fillerin tepindiği sahnede, çimen olmaya hep razı olduk.

Hep karşı tarafın haksızlığını, kendimizin haklılığını savunmak için yapılan pisliklere göz yumduk. Bir kez bile, "yeter" diyemiyoruz. Bunu söyleyemediğimiz için sahada futbolcu kılıklı hayvanların yaptıkları bir süre sonra normal gelmeye başlıyor.

İşin bu boyutunun yanı sıra, aslında şu derbiyle ilgili konuşulacak temel mesele, tribünden sallanan muzdur (muhtemelen cinayet meselesini soracak vardır, yazısını yazdım, 13 Mayıs tarihiyle duruyor, zamanı gelince koyacağım).

"Türkiye'de hiç ırkçılık olmadı" diye koskoca bir yalan dönüyor. Aslında biz siyahları çok severmişiz, geleneksel misafirperverliğimiz buna müsaade etmezmiş, muzu sallayan "hayatım boyunca ırkçılıkla mücadele ettim" diyor, televizyonlar bu olayı normalleştirmeye çalışıyor.  Ülkenin başbakanı bile çıkıp "biz ırkçı ve bencil bir millet değiliz" diyorsa olayın tıpkı Zokora vakasında olduğu gibi kapatılacağı aşikardır.

Biz hep kendimizi kandırıyoruz, bu ülkede ırkçılık olmadığını söyleyerek. Balık hafızalı olduğumuz için unutuyoruz her şeyi.

Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Galatasaray tribünlerinden "Kahrolsun İsrail, o. çocuğu Balili" diye bağırıyoruz.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Beşiktaş tribünlerinden "Sivaslı ayılar, İstanbul'da ne arar" diye bağırıyoruz. (Eboue konusunda yediğim küfürlerin haddi hesabı yoktu, hatta en son biri orospu çocuğunun yorumu halen duruyor, Beşiktaş tribünlerinde ırkçılığın olmadığını görmek için bkz yazının sonundaki fotoğrafa. Herkes kendini kandırmaya devam etsin. Yazının ana fikrini anlarsan, söylediğimi de anlamış olursun.)
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Fenerbahçe tribünlerinden Drogba'ya Eboue'ye muz sallıyoruz.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için Trabzon tribünlerinde "Ermeni Oğuz'a Trabzon'da soykırım" diye bağırıldı.
Bu ülkede ırkçılık olmadığı için yurdun dört bir yanında Diyarbakırspor için "PKK dışarı" diye tezahüratlar yapıldı.

Sokakta işler farklı mı peki? Köpeklere 'Arap' isminin verildiği, Alevi'yi, Laz'ı, Kürdü, Ermeni'yi, Rum'u, Yunan'ı tarih kitaplarında bile aşağıladığı bir ülkede "ırkçılık bu ülke sınırlarına girmemiştir" yalanıyla insanları kandırmaya devam ederiz belki. Ya da aslında bunların ırkçılık olmadığı masalıyla eğleriz.

Bu kadar olayı kulak arkası edip, hiç yaşanmamış mı sayacağız? Bu yaşananlara rağmen halen ırkçılığın olmadığını mı varsayacağız? Ülke imajı diye, sallanan muzları görmemiş gibi mi yapacağız? Tehlike burada başlıyor işte. Sen sahanın ortasında aleni olarak siyahi bir futbolcuya küfreden futbolcuna ırkçılıktan ceza vermezsen, ülkenin milli takım kaptanlığını koluna takmaya devam edersen, yaşanan onlarca olayı sumenaltı edersen, o tribünlerden muz da sallanır, 'maymun' diye bağırdığın adama saldırmak için sahaya da dalarsın, televizyonda çıkıp 'bunlar saatçi' diye aşağılarsın da.

Şu olay görmezden gelinmesin artık. Görmezden gele gele iş muz sallamaya kadar geldi işte. Olayın üstünü kapatmak için muz sallayan yaratığı televizyonlara çıkartıp "hayatım boyunca ırkçılıkla mücadele ettim" yalanına inanacak kadar aptal mıyız biz? Olay yaşanmıştır ve cezası verilmelidir.

Galatasaray Kulübü, eğer bu olayın üstüne gitmezse, onlar da muzu sallayan kadar suçludur ve yapılan ırkçılığın ortağıdır. FIFA mı FIFA'ya gidilsin, UEFA mı UEFA'ya gidilsin ama bu işin takipçisi olunsun. Böyle bir olayda ortaya karakter koyamayan bir kurum, "ben dünya kulübüyüm" iddiasında bulunmasın.

Drogba dün o yazıyı yazmasaydı, medyanın umrunda bile olmayacaktı bu hadise. Tribünden sallanan muzu "Derdiden ilginç kareler" diye sunan medyanın, ırkçılık karşısında duruş göstermesini düşünmek aptallıktan başka bir şey değil.


Onlar Türkiye'de ırkçılık olmadığı için İtalya'daki ırkçılığı konu alan haberler yapıyorlar. Bizim ülkemizde yaşanmıyor ya, ondan olsa gerek.


Tribünde muz sallanıyor, onun haberini yapmıyorsun ama tribünde muz sallayan adam "Ben ırkçı değilim, Drogba hayranıyım" diye televizyona çıkıp iğrençliğini aklamaya çalışınca, onu haber yapıyorsun. Öyle de ahlak sahibi bir medya sahibiyiz. Bu ülkede her kurumda şerefsiz, ahlaksızlık mevcut ama hiçbirisi medya kadar olamaz.

(Kimse çıkıp da, Drogba'nın yazdıklarının haber yapılmasını örnek göstermesin. Tribünde sallanan muzu sallayan yaratığı haber yapmayıp, sonra aynı yaratığın aklanma çabasına yardım için haber yapmak, şerefsizlikten başka bir şey değildir.)

Irkçılık bu ülkenin genlerinde var, bıraksın herkes kendisini kandırmayı. Sadece tarih kitaplarına bakmak, ülke topraklarında türetilmiş atasözlerine bakmak bile bunun için yeterli.


Yazıda bahsi geçen ırkçı olmayan, asla ırkçılık yapmayan taraftar tipolojisi. İyiye sahip çık, kötüye "yaaaaauuuv olur böyle şeyler de". Tam embesil mantığı.

"Masum değiliz, hiçbirimiz"

$
0
0

Dün gencecik bir insan öldürüldü, henüz 20 yaşında, hayatının baharında bir genç. Sebep ne peki; üstündeki formanın farklılığı. Burak Yıldırım'ın üstünden nice edebiyatlar yapılacak, herkes lanet okuyacak yapılana, 13 Mayıs, 14 Mayıs, 15 Mayıs, 16 Mayıs, 17 Mayıs.... 18 Mayıs'ta Burak Yıldırım'ın ismini kimse anmayacak. 12 Mayıs 2014'te mezarı başında 15-20 kişi toplanacak, hepsi o kadar işte. O yüzden şimdi arkasından yakılan ağıtların hiçbirini samimi bulmuyorum.

Uzun bir süreden bu yana, futboldan tiksiniyorum. Yöneticisinden taraftarına, medyasından futbolcusuna kadar hepsinden nefret ediyorum hem de. Renklere düşman gözüyle bakılıyor. Herkes Fenerbahçeli, Beşiktaşlı ya da Galatasaraylı olsa bile sorun devam edecek gibi. Çünkü içimizdeki farklı seslere de tahammül edemiyoruz. "Onu nasıl eleştirirsin, bunu nasıl söylersin, o adam takımı taşıdı, şampiyonluklar onun sayesinde" vs. vs. bitmiyor hiç. Lan, benim fikrim bu, beğenmezsin olur biter. Senin gibi düşünmek zorunda mıyım veya sen benim gibi mi düşünmek zorundasın. Niye her farklı sesi bastırmaya kalkıyoruz bu ülkede anlam verebilmiş değilim.

Hiçbir nedenin böylesine bir cinayeti haklı çıkartabilmesi mümkün değil ama maalesef bu ülkede her cinayetin haklı (!) nedeni vardır. Gencecik adamın biri mezara giriyor, diğer gencecik adam hapse. Ne uğruna peki? Aptal bir oyun yüzünden, bir hiç yüzünden, eğlenmemiz gereken bir aktivite yüzünden. Sadece iki saniye mantık sınırlarında düşünse, o bıçağı kalbine saplamaz muhtemelen. Bütün hayatının çürüyeceğini bile bile insanın böyle bir şey yapabilmesi cidden akıl sınırlarıma ters düşüyor.

Buradan sonra yazacaklarıma fazlaca tepki gelse de, fikrimi söylemekten şaşmayacağım. Böylesi konular bıçak sırtıdır çünkü ve ne yazsan, birilerine ters gelecektir söyleyeceklerin. "Çiçekler, böcekler, lanet olsun" gibi şeyler yazmadığım için de, gelecek tepkilere şimdiden hazırlıklıyım.

Olayın ilk duyduğum anda, kuzenimle konuşuyordum, ona söylediğim şey "Ne psikopatlar içinde yaşıyoruz?"du. Sonra Beyaz TV'de, maktulün arkadaşının ifadesini izledim. "2 kişiydiler. Şşşt dedi, kalbinden bıçağı soktu". Hakikaten mantıksız geldi, bir insanın, karşısındaki insana, başka renk forma taşıyor diye, hiçbir şey söylemeden "şşşşt" deyip, kalbine bıçak sokması, çok garip. Ne bileyim, filmlerde olur bu tip şeyler. Normal hayatta böylesine psikopat, böylesi soğukkanlıca cinayet işleyebilecek insanların olabileceğine ihtimal vermiyorum.

Eğer durum bu minvalde yaşanmışsa, Yusuf Ortak, filmlere ilham kaynağı olabilecek nitelikte manyağın biri ama diyorum ya, bana bir yerinden mantıksız geliyor bu olay. Ama tekrar ediyorum, olay nasıl yaşanmışsa yaşanmış olsun, cinayet hiçbir nedeni geçerli kılmaz.

Burak Yıldırım'a bakıyorum GFB denen grubun üyesi. Türkiye'nin genel tavrıdır kör ölür badem gözlü olur. Tıpkı bu çocukta da benzer bir durum var. Belki melek gibi bir gençti ama böyle saçma sapan gruplara dahil olup holiganizmi yücelten insanların sağlıklı bireyler olduğunu düşünmüyorum. Twitter'da yazılanlara baktım, yahu herkes Burak'ın doğumundan bıçaklandığı o ana kadar yanındaymış gibi. "Cennette bir fazlayız, mekanın cennet olsun..." gidiyor da gidiyor bu liste. Kimse kusura bakmasın ama logosunda kılıç olan bir gruba üye olan kimseye böyle peşin peşin melek sıfatını takamam. Kaldı ki, kim melek bu dünyada. Hepimizin tonla defosu var.

Twitter ve facebook'un peydah olmasıyla, bu takım rekabetinin iyice boku çıktı. İnsanlar, tanımadığı insanları peşin peşin yargılıyor ya da tam tersini yapıyor. Salt futbol meselesinde değil, hemen hemen her konuda garip bir nefret ağı var bu iki sosyal mecrada. Bir şey söylüyorsun, kitlesel lince uğruyorsun, bir olay meydana geliyor herkes kin kusuyor. İş futbol mevzusu olunca, haliyle söyleyecek sözü olan daha çok kişi var. Çünkü bu ülkede futboldan anlamayan yok.

Burak Yıldırım cinayeti, Mühendis Oktay cinayeti ile harmanlanarak Galatasaray'ın katilliğinden dem vurulmaya başlandı. Kin kusmak için bahaneler üretmekte üstümüze yok. Şu muhabbeti sevmiyorum ama ölen Uğur Fakılı için kimi katillikle suçlayacağız peki?

İki cinayeti bir kulüple bağdaştırmak nasıl bir ahlaksızlık ürünüdür, hangi hastalıklı beyinlerden çıkar, anlaşılır gibi değil. Biri linç tuşuna bastığı anda, herkes aynı dilden konuşmaya başlıyor. Üç-beş takipçi alabilmek uğruna böylesine ahlaksızlaşabiliyor muyuz biz? Lan hakikaten bu kadar mı iğrenç insanlardan oluştu bu güzelim coğrafya.

Tekrar altını çizeyim ve öyle sonlandırayım. Cinayeti haklı çıkartabilecek bir neden yok. Hangi şartlar altında oluşursa oluşsun genç bir insanın bedeni toprağa girmiştir. Hele hele bunun takım rekabeti adı altında yapılması, cahillikten başka bir şey olamaz.

GÖRÜNTÜLER SONRASI

Dün bu yazıyı yayınlamamamın nedeni, bugüne yarına MOBESE görüntülerinin düşeceğini beklemekti. Biraz önce görüntüleri izledim. 'Ölünün arkasından konuşulmaz' derler ama birkaç kelime etmek farz oldu. Burak Yıldırım'ın bir melek olduğuna inanmamıştım, görüntüleri izlediğim zaman, düşüncemin doğru olduğuna kanaat getirdim.

İçlerinde Burak Yıldırım'ın da olduğu sayıları 7-8 kişi olan bir grup, Yusuf Ortak'a önce arkadan bir laf ediyor, sonra üzerine gidiyor. Yusuf Ortak da, bıçağı çıkartıp sallıyor. Haaa, bir insan niye bıçak taşır, önce onu sorgulamak lazım. Kazık kadar adam oldum, ömrü hayatımda bıçak taşımadım. Taşıyanın da, özgüvensiz, korkak adam olduğunu düşünürüm. Buraya kadar eyvallah ama birader, tek bir kişiye toplu halde saldırmak neyin nesidir? İki günden bu yana "delikanlı, melek" sıfatları havalarda uçuşuyordu kimse kusura bakmasın ortada ne delikanlılık var ne de meleklik mevcut. Üstünde "Futbol adam bıçaklamaktır" atkısıyla ortalarda dolanıp, üzerinde farklı forma olduğu için 7-8 kişi, lince koşar gibi birinin üstüne çullanmayı, ne vicdanım ne de aklım 'delikanlı' olarak nitelendiremez.

Altı üstü bir futbol maçı yahu.
Bu kadar zor mu sarı-kırmızı formalı bir adamı sindirebilmek?
Bu kadar zor mu siyah-beyaz formalı bir adama tahammül etmek?
Bu kadar zor mu sarı-lacivert formalı insanların da var olduğunu kabullenmek?

Herkesin aynı takımda olduğu bir ülkede yaşamak mı güzel olan. Eğleneceksin, güleceksin, üzüleceksin, belki ağlayacaksın üzüntüden ya da mutluluktan. Ama birkaç saat sonra unutup, hayatına devam edeceksin. Neyin yerine koyuyoruz bu takımları anlayabilmiş değilim.

Maç bitmiş, kazanmışsın 2-1. Ertesi gün birkaç Galatasaraylı arkadaşını kızdırırsın, Fenerbahçeli arkadaşlarınla konuşurken "Yine koyduk" dersin, olur biter. Git evine işte, yolda adam çevirmek neyin nesi.

Sürekli söylüyorum ya, taraftar gruplarının hiçbirinden zerre hazzetmiyorum diye. Şu olayda bir kez daha ortaya çıkmıştır. Garip bir biçimde holiganizmi kutsallaştıran, bunun bir bok olduğunu savunan, adam dövmekle, birilerini kovalamakla övünen tipler oluşmaya başladı etrafta. Çarşı'nın, Ultraslan'ın, GFB'nin çok sikinde değil mi şu olaylar. Herifler atkısını satıyor para kazanıyor, montunu satıyor para cukkalıyor. Bu holiganizm kutsallaştırırken, 3-5 kişi musluğun başında, işin kaymağını yiyor. Etrafındaki asalaklar da, bedava bilete kabadayı kesiliyor, sözümona takım sevgisini bahane ederek.

Birileri Kadıköy'de şampiyonluk kutlaması yaptırmadıkları için övünür, diğerleri Beşiktaş'ta yaptırmadıkları için, ötekiler Eskişehir'de, Karşıyaka'da, Ankara'da... Koca bir sezon geçiyor ve senin övündüğün şey buysa, o cinayetin ortaklarından biri de sensin demektir. Bu hastalıklı fikirlerle holiganizmin ne şahane, ne güzel bir şey olduğu aşılanıyor insanlara. Bunun adına "delikanlı taraftar" diye de sıfat ekliyorlar.

Kendilerine 'delikanlı' sıfatı takanların, Burak Yıldırım'ın 'arkadaş' diye gördüklerini videoda izlerseniz, aslında katilin de, maktulün de, ne söylenen kadar suçlu, ne de söylenen kadar melek olduğunu görürsünüz. Hatunu sevmem ama çok doğru sözler "Masum değiliz, hiçbirimiz."
Biraz sert olabilir ama su testisi su yolunda kırılır. Her ikisi için de öyle olmuştur. Keşke biri bıçak taşımasaydı, diğeri de yanından geçip giden adama sataşmasaydı. Bugün ne biri toprak altında, ne de diğeri parmaklıklar arkasında olacaktı.

Olan iki aileye olmuştur. Bu yazı dahil her şey laf-ü güzaftır.

İsteyen kızsın, isteyen götüne muz soksun

$
0
0

Bu ülkede inkar edilen çok şey oldu. Soykırımları inkar ettik, karakolda işkenceleri inkar ettik, toplu mezarları inkar ettik, devletin kendi vatandaşına yaptığı zulmü inkar ettik, cezaevlerinde ölümleri inkar ettik, tecridi inkar ettik, köy yakmaları inkar ettik, tecavüzleri inkar ettik, cinayetleri inkar ettik... O kadar çok şeyi inkar ettik ki, inkar ede ede bunların yalan olduğuna kendimizi inandırdık ve mağdurların asıl suçlu olduğuna kanaat getirdik.

Bu kadar inkarın arasına bugün ırkçılığı da ekledik. Komik bile nitelenemeyecek, acizlik sınırlarını aşan, insanın kanını donduran savunmalarla. Üstelik özür dileneceği yerde, suçlamalarda bulunarak.

Herkes şu cümleyi mutlaka duymuştur, "Benim, Kürt arkadaşlarım var." Garip bir savunma halidir bu, Kürt meselesine ilişkin konular tartışılırken. Artık bayatlasa da, bundan 15-20 yıl önce bu cümleyi çokça duydum. Vicdan aklamak ve yaşananları örtbas etmenin en güzel yoluydu bu cümle. Köyler yakılırken, insanların evlerine girip götlerine cop sokulurken, işkencelerden geçirilirken, pek çoğumuz "Benim de Kürt arkadaşlarım var" deyip, işin içinden sıyrılmaya çalışırdık. Çünkü onun, Kürt arkadaşlarının olması aslında Türkiye'de Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığını gösteriyordu güya. Yaşananları reddetmenin bundan daha güzel bir yolunu da, senelerce bulamadık.

Fenerbahçe Kulübü'ndaki basın toplantısında sarf edilen, yani "Benim siyahi arkadaşlarım da var" cümlesi, ırkçılığın inkarından başka bir şey değil. Artık üstünde konuşmayabiliriz bu konunun çünkü onun siyahi arkadaşları varmış (!) Artık bu açıklamadan sonra Drogba da, sınırları dahilinde tek bir ırkçılık vakasına rastlanmamasına karşın güzel ülkemizi dünyaya rezil ettiği için siktirsin gitsin (!) Öyle ya, muz sallayanlardan birinin siyah arkadaşları var, diğeri ise midesinden ameliyat olduğu için muzla besleniyor. Haaaa, neden elinde sallıyor, Muslera ısınmak için çıktığında el-kol hareketi yapıyor ve ona sinirleniyor, öteki tam elinde muz varken tezahürata katılıyor. Irkçılıkla uzaktan yakından ilgili değil bu yaşananlar. Ahlaksız Drogba, adi Dany, şerefsiz Eboue!!!

Kulüpte gerçekleştirilen şu basın toplantısından utanan pek çok Fenerbahçeli olduğuna eminim. Bu ırkçı pisliklerin aklanmak için oraya getirilmesinden utanan Fenerbahçeliler olduğunu da. Ama belli ki, Fenerbahçe kurumsal olarak bu pisliğin ortağı konumuna gelmiştir. "Ülkemiz karalanıyor" ile başlayıp, "Tribünlerde ırkçılık yapılmamıştır"la biten bu rezilliğin başka bir açıklaması olamaz çünkü.

Orta oyunu sahnelemek yerine bu kadar zor muydu "Yapılanlardan ötürü özür dileriz. Bu kişilerin kombineleri iptal edilmiştir ve bir daha stada girmelerine izin vermeyeceğiz" diyebilmek. Her pisliği halı altına süpürmek, her yaşanan rezalette bir suçlu aramak daha kolay değil mi?

Biz yaşanan her pisliğe bir kılıf bulduğumuz için bugün bu kadar içimiz kararmış, dibi tutmuş tencere gibi yüreklerimiz. Vicdan duygumuz tozlu raflarda kalmış, unutulmuş gitmiş. Kimse kendisine toz kondurmuyor, kimse yanlış yapmıyor ya da yapsa bile mutlaka tahrik edilmiştir.

Doğrunun tarafı olmaz, siyahı, beyazı, mavisi olmaz. Doğru doğrudur ve onun yanında yer almak, kimseyi incitmemeli. Fenerbahçe Kulübü, bir özürle şu işi rahatlıkla kapatabilirdi ama onlar da, yüzyıllardır bu ülkenin ezberinde olan şeyi yapmayı seçtiler ve inkar ettiler.

Bu inkar politikası ve yapılan basın toplantısı seneye de başka statlarda Drogba'ya muz sallanmasını, Dany'ye muz atılmasını beraberinde getirecektir. Sadece Drogba'ya değil, bütün siyahlara yönelik bu tip ırkçı davranışlar olacaktır. Çünkü biz doğru olan yerine, ülke refleksi olan inkarı seçtik.

Göreceksiniz, bu olayın sonunda bütün suç Drogba'nın üstüne yıkılacak. Yalan söylediği için, ülke imajını karaladığı için, Fenerbahçe'yi zan altında bıraktığı için. Birtakım gerizekalılar çıkıp, dava açacaktır bu bahaneleri ard arda sıralayıp.

3 gündür ırkçılığın tartışıldığı ancak yok sayıldığı bir ülkede, Negro isminde bisküvi çıkartılıyorsa daha bu konu üstünde çokça konuşuruz.

Bu ülke Osmanlı'dan beri iliklerine, kemiklerine kadar ırkçılıkla bezenmiştir. Bunu yok saymaya çalışmak, yaşanmamış gibi davranmaksa ırkçılığın daniskasıdır ve o ırkçılığa ortak olmaktır. Fenerbahçe de, bugünkü basın toplantısıyla kurumsal olarak ırkçılığa ortak olmuştur. İsteyen kızsın, isteyen darılsın. İsteyen de götüne muz soksun. Ama durum tamamen budur.

Kendisine 'büyük' diyen bir kulübün böyle aşağılık açıklamalarla komik duruma düşmesi de, hakikaten insanı üzüyor. Şike, ırkçılık, başka ne kaldı? Sırada ne var? Yazık.

Ülkenin o çok duyarlı köşe yazarlarının şu konu hakkında kelam etmemesi de başka bir çirkinlik. Gözler önünde yaşanan ırkçılık hakkında sözü olmayanın, bundan sonra yazacakları da güvenilir ve objektif olmaktan çıkmıştır. İçine kimi istiyorsanız onu dahil edin. Lig TV'de yorumculuk yapıp, para kazanmak, ahlaklı olmaktan daha yeğ bir durum halini alıyor olmalı.

Not: Düzenlenen basın toplantısındaki saçma video time kod hikayelerine girmeyeceğim. Yapılmamış da, Drogba yokmuş da muhabbeti için sağda solda dolanan fotoğraflara ve videolara bakmanız yeterli.

Medyanın ırkçılık sınavı

$
0
0
Şurada medyanın tavrını sanırım en az 100 yazıda eleştirmişimdir. Salt spor konusunda değil, pek çok konuda samimiyetsiz, ahlak yoksunu, şerefsizliği sıfat olarak kendisine yakıştıran medyayı.

Bugün Fenerbahçe'nin basın toplantısından sonra hemen hemen hepsi, ırkçılık iddialarına belgelerle yanıt verildiği yönünde verdi haberi. Kimisi, "Salladım ama sorun neden?" diye ırkçılık gibi ciddi bir sorunu alabildiğine sulandırarak, kimisi de, "İşte neler yaşandı" minvalinden, ırkçılık yaptıkları kabak gibi ortada olan insanların saçma bahanelerine yer verdi.

Öyle ya da böyle koskoca medyada "Irkçılık yapılmıştır" diyen kimse çıkmadı. Üstelik, Fenerbahçe'nin kendisini gülünç durumlara düşüren basın toplantısının hemen ardından tüm gerçeklerin ortaya çıkmasına karşın.

Dünyanın en önemli meselelerinden birini, böylesine görebilmek için geniş bir mideye sahip olmak gerekir. Aşağıda örneklerini göreceğiniz kurumların başında olan insanlarla oturup konuşsanız, size basın etiğinden, mesleklerinin ne denli önemli olduğundan bahsederler. Ancak söyledikleri ve yaptıkları işleri üst üste koyunca, at götündeki kelebek gibi duruyor hadise.

Ntvspor, olayın görüntülerle aydınlandığını yazıyor

Hürriyet "Muz savaşları" adı altında olayı sulandırıyor.

Fanatik, olayın muzdan ibaret olduğnuu düşünüyor.

Posta, Fenerbahçe'nin yönetimi ağzından veriyor.

Radikal, bir ünlemle işi kotarmaya çabalamış.

Sabah, ırkçılığın olmadığını ırkçıların ağzından veriyor.

Vatan, ırkçılığı telaffuz edemese de, son görüntüleri veriyor.

Cumhuriyet'e göre böyle bir olay yaşanmadı.

Akşam da, ırkçıların savunmasına yer veriyor.

Fotospor'a göre belgelerle yanıt veriliyor.

Lig Tv, görüntülerle olayın yalanlandığını söylüyor.

Ntvmsnbc, işe tıbbi yönden bakıyor!
Bir tane basın organı, İstanbul'un göbeğinde, görüntüler ortaya çıkmasına karşın 'ırkçılık' yapıldı diyemiyor. Ellerinde daha fazla görüntü ve fotoğraf olmasına karşın yayınlayamıyor. Sonra bu yaptıkları mesleğin ismi gazetecilik oluyor. Mesleki duruştan, ahlaktan, etikten, namustan, şereften söz ediyorlar.

Altı üstü muz değil mi? Bu kadar büyütmeye ne gerek var. Muz savaşı dersin, muz cumhuriyeti dersin, olayı biraz yavşatır, biraz sulandırır, ırkçılık gibi dünyanın en ciddi sorunlarından ve suçlarından birini gözlerden kaçırırsın.

Bu yayınlardan sonra ne mi olacak? İnsanlar 2-3 gün sonra muzla ilgili şakalar yapacak, kafalara bunun ırkçılık değil de sıradan bir olay olduğu kazınacak, aslında bunun çok sıradan bir olay olduğu anlatılmaya çalışılacak. Görürsünüz, yarından sonra dünyadan örnekler sunulur, aslında Şükrü Saraçoğlu'nda muz sallayanların çok da büyütülecek bir şey yapmadığı yönünde yayınlar yapılır.

Neden şaşırıyoruz ki, bu medya neleri gözlerden kaçırmadı, neleri olmaması gerektiği gibi yansıttı ki. Bu olayın üstü böyle kapatılmaya ve sulandırılmaya çalışıldığı sürece ırkçılık denen tehlikenin boyutları da artacaktır.

Medya bir sınavdan daha başarısızlıkla ve alnının ortasına ahlaksızlık damgası yiyerek çıktı. Görüntülerde o var, bu var, hepsini geçin. Bunun adına ırkçılık denilmediği sürece, yapılan hiçbir iş şerefle ve haysiyetle bağdaşmaz.

Irkçılığa yeni ortak çıktı

$
0
0
Bu ne kadar ırkçıyça,

Bu da o kadar ırkçı,

Bunun yaptığı neyse,

Bu yavşağın da yaptığı aynı şey

 Bu herif ırkçılığa ne kadar ortaksa,


Bu da aynı suçu işliyor


Bunlar da, aynı suçun ortakları.


Irkçılığın son en son ortağı ise Galatasaray Başkanı oldu.

Şimdi kimi transfer edersen et, istersen 100 yıl üst üste bu takımı şampiyon yap, gözümde 5 paralık değeri yok bu herifin. Siyasal erke boyun eğen, onun ağzından konuşan, onun telkinlerini kulübe ortak eden her anlayış siktirsin gitsin.

Şimdi aklı evveller çıkar, "Galatasaray Başkanı'na küfür mü edilir?" diye. TT Arena'nın açılışında yaşanan olaylardan sonra Adnan Polat'ın yaptığı neyse, bugün de Ünal Aysal'ın yaptığı aynı şeydir. Bakalım ona gösterilen tepkiler, Ünal Aysal'a gösterilecek mi? Ama biz o kadar aptal insanlarız ki, iki çilekle, ırkçılığı de yer yutarız, yapılanları da afiyetle sindiririz.

Bu kadar aşağılık bir düzende yaşamaktan bıktım artık. Her şeyi sindirin içinize. Şikeyi sindirim, ırkçılığı sindirin, ahlaksızlığı sindirin, her türlü pisliği sindirin. Bunları yapanlarla, sindirenlerin arasında hiçbir fark yok.  

Not: Webo, Sow ve Yobo hatırlatması için Karakalem Nağmeler'e teşekkür ederim.

'Kanırta kanırta'

$
0
0
Galatasaray'ın 8. olduğu sezon, sanırım en yoğun futbol yazdığım sezon olmuştu. Çok kızdım, çok sinirlendim. Kızgınlığımın nedeni takımın 8. olması değildi, oynanan futbol ve kulübün içine düşürüldüğü durumdu.

Sonra, ismi 3 Temmuz olarak anılan bir olay yaşadık. Tarlaların sürüldüğü, işçilerin çalıştırıldığı, 'Kocaman yüreklilerin' eline 11'lerin tutuşturulduğu, kendisine gazeteci diyen soytarıların siparişle haber yaptığı, çocuklarına kolejlerden yer ayırtmak için yöneticilere dilenenlerin olduğunu görmüş olduk.

Bunları bilmiyor muyduk? Çok saf, hatta aptallık sınırlarında olmayanlar dışında Türkiye'de futbolda bunların yaşandığını biliyordu. O aptallık sınırlarında olanlar, halen şike yapmadıklarını düşünüyor tabii. Hatta bugünkü Karabük maçında bile şike olmadığını düşünenler vardır.

Bugün Karabük maçı sonrasında Gökhan Gönül'e maç sonrası tamamen spekülatif bir yanıt almak için bir soru soruldu. Gökhan Gönül de, yanıt olarak "Kanırta kanırta o şampiyonluğu aldığımızı biliyorum" dedi.

Kanırtmak, TDK'ya göre "Büküp zorlayarak yerinden oynatmak" anlamında ancak hepimiz biliyoruz ki, Gökhan Gönül'ün kullandığı anlam argodaki anlamıydı.

Yazının başında dedim ya, o sezon için çok kızgındım, çok saydırdım diye. 3 Temmuz sonrası Türkiye'deki pisliğin ortaya saçıldığı andan itibaren, Galatasaraylı olduğum için bir kez daha mutlu oldum. Bazı konular hariç, sportif açıdan bu kadar kızdığım için de, kendime kızdım.

Kanırta kanırta şampiyon olanların, kimleri nasıl kanırttığını sayfalar dolusu belgelerle ve mahkeme kararlarıyla gördük. Ama tabii sahaya yansımadığı yönünde dünyanın en gerizekalı savunması yapıldı. İbrahim Akın isimli futbolcunun tek başına bireysel olarak şike yaptığı gibi olaylara değinmeyeceğim bile.

Uzun uzadıya yazmayacağım. Evet bugün pankartı açanlar, o sezon 8.ci oldu ancak onuruyla, gururuyla oldu. Tarla sürmek yerine sahada mücadele etti ve yenildi. Şike yapmak yerine gayreti kadar başarılı oldu.

Öyle 'kanırta kanırta'şampiyon olmaktansa, her sezon 8.ci olmaya razıyım. Ağzımı açarsam, gıkımı çıkartırsan şerefsizim.

2010-2011 sezonunda Trabzonspor'un elinden şampiyonluğu çalınmıştır. Bu hırsızlık mahkeme kararlarıyla tescillenmiştir. UEFA'ya olmayan belgeleri veren bir adamın başında Türkiye Futbol Federasyonu'nun vermiş olduğu kararı da kabul etmiyorum.

Şenol Güneş'in emeği çalınmıştır,
Tolga Zengin'in emeği çalınmıştır,
Burak Yılmaz'ın emeği çalınmıştır,
Jaja'nın emeği çalınmıştır,
Yattara'nın emeği çalınmıştır,
Selçuk İnan'ın emeği çalınmıştır,
Gustavo Colman'ın emeği çalınmıştır... İsimlerini şu an hatırlamadığım 2010-2011 sezonunda Trabzonspor forması giyen, o takımda emeği bulunan malzemecinin, masörün, antrenörün emeği çalınmıştır.

'Kanırta kanırta'şampiyon olduğunu sananların, cezaevindeki hırsızdan, kapkaççıdan, hortumcudan farkı yoktur.

Bu garip hezeyanlar, çaresiz çırpınışlar, bugünkü sonucu değiştiremeyeceği gibi, Trabzonspor'un 2010-2011 sezonunun şampiyonu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Değiştireceğini düşünenlerin CAS'taki davalarını neden geri çektiklerini, UEFA'nın Şampiyonlar Ligi'ne neden Trabzonspor'u gönderdiğini ülke menfaatleri masalını anlatmadan, gerçekçi ve inandırıcı biçimde anlatması gerekiyor.

Unutmadan, puan farkı 1'di değil mi sevgili Gökhan!

Not: Bu arada pankartı açan Ultraslan'a 6 bin bileti peşkeş çeken Galatasaray yönetiminin de umarım kafası ezilir. Birilerinin haklarının gasp edildiğini anlatmaya çalışanların, başkalarının haklarını gasp ettiğini de görmek gerekir.
Viewing all 99 articles
Browse latest View live